Kaynak: 365 Günün Tao’su, Deng Ming-Dao, Dharma Yayınları
365 Günün Taosu, yaşamın her alanını Taocu bilgeliğin ışığıyla aydınlatan bir rehberdir. Her günün enerjisine, niteliklerine uygun bir başlık ve birkaç dizelik bir şiir ile başlayan eser, o gün için uygun bilgeliği şiirsel bir dil, doğadan esinlenen benzetmeler ve Taocu bilgelik sözleriyle bize sesleniyor. Yayınlandığı ülkelerde, en çok satan kitaplar listesinin başında uzun süre kalan 365 Günün Taosu yeni başlayan günü, evrenin bilge ışığıyla aydınlatmak için son derece etkili bir eserdir.
Her günün kutsal olduğunu ve kutsallığın dilinin doğal, sade ve net olduğunu hisseden ve derinlemesine anlamak isteyenler için bir bilgelik rehberidir.
349. GÜN – SU
Damlalar.
Su temizler,
Toprakta biraraya getirir.
Yumuşak. Ele geçiren. İnce ve görünmez.
Parıldayan bir nehri meydana getirir.
Az olduğunda zayıftır.
Çoksa dağları darmadağın eder.
Dik ve derin yamaçları
Kuma dönüştürerek.
Klasik bilgelik, birleştiği zaman müthiş bir güce dönüşen sudan daha zayıf hiçbir şeyin olmadığını söyler. Tıpkı gelgit dalgaları gibi…dik yamaçlı derin vadilerin arasından delerek geçen bir nehir gibi. Buna, kabullenici olanın sert olanı alt etmesi denir. Başka bir açıdan bakalım. Su galip gelmez, çünkü boyun eğer. Galip gelir, çünkü pes etmez. Sabreder ve vazgeçmez. Süreklidir.
Kaya suyun önünü kesebilir. Kaya, aynı zamanda suyu yıllar boyunca içinde tutacak bir göl oluşturur. Bu durumda neden kabullenici olan sert olanı alt edemiyor? Çünkü o hareketsiz kalmıştır. İç gücünün büyüsünü ortaya koyamaz.
Suyun nasıl ki gerçek doğasını durmayan ve pes etmeyen bir biçimde ortaya koyması gerekiyorsa, biz de yaşamda başarılı olmak istiyorsak, gerçek doğalarımızı kendiliğinden ve pes etmez bir şekilde dışa vurmalıyız. Aksi takdirde, kendimizi gerçekliğin sert duvarları tarafından kuşatılmış bir halde bulur ve hiçbir zaman gelişme kaydedemeyiz. Peki böyle bir sabrı, azmi nasıl bulabiliriz? Küçükten başlarız. Tıpkı damlalar gibi.
348. GÜN – OMURGA
Tao omurganızdan yukarı giden yoldur.
Tao yaşamınızın yoludur.
Tao evrenin yoludur.
İnsanların sıklıkla Tao konusunda kafaları karışır, çünkü ona pek çok farklı düzeyde göndermeler yapılır. Her şeyden önce o tüm varoluşu kaplar, her yerine siner. Aslında Tao’nun varoluşun kendisi olduğu söylenebilir. Tao’dan, fiziksel işleyiş gibi dünyasal ve sıradan bir düzeyde söz ederken, bir yandan da kutsallık gibi yüceltilmiş bir düzeyde söz etmek garip görünebilir.
Tao’yu izleyenler ruhsallığı “ta uzaklarda” olan bir şeymiş gibi düşünmezler.
Tao istediği zaman ulaşılabilir, dokunulabilirdir, istemediği zaman da ulaşılmaz, dokunulmazdır.
Tao’nun ulaşılabilir yönlerinden biri omurgalarımızın tam ortasındaki yoldur. Bu, Tao’nun bizdeki yoludur. Bedenlerimizin çeşitli güç merkezlerini birbirine bağlayan temel güç yoludur. Felsefi düzeyde Tao yaşamın içinden geçen yoldur. Bir aşamadan öteki aşamaya değişim, koşullarla olan ilişki, doğa ve toplum arka planda iç karakterimizin dışavurumudur. Metafizik bir düzeyde, evrenin evrimi ve devinimidir.
Şimdi bu üç düzeyi birlikte ele alalım: Enerjinin omurgadan yukarı yükselişi, kişinin yaşam yolunu felsefi düzeyde kavrayışı ve evrenin gelişimi. Bunları tek bir kavram içinde eritin. O zaman Tao’nun olağanüstü niteliğini bir an için görebilirsiniz.
347. GÜN – ARINMA
Kendini ifade et
Anlam budur.
Her gün sor kendine, “İçimde ifade edilmedik ne kaldı?” diye. O her ne ise, açığa çıkar. Ama sağduyulu ol. Delilerin anlamsız, kocaman lafları, cafcaflı sözleri daha fazla özgürlük sağlamaz. Tao’yla birlikte olanlar, dışavurumu, kendilerini daha iyi anlayabilmek, böylece cehaletten ve koşulların dayatmasından kurtulabilmek için kullanırlar.
Kendi içinizdeki iyi ve eşsiz olan her şey dışa vurulmalıdır. Bunu yapmazsanız gelişmenizi engellersiniz. Daha uygun bir zamanı beklediğinizi düşünerek kendinizi tutmayın. İçinizdeki
iyi, kuyudaki su gibidir: kuyudan ne kadar su çekerseniz o kadar çok taze su içeri sızar. Eğer hiç çekmezseniz, su yalnızca bayatlayıp kötü kokmaya başlayacaktır.
İçinizdeki karanlık, hatta şeytansı taraf da uygun bir biçimde dışa vurulmalıdır. Şehvet, nefret, zalimlik ve hatta küskünlük – bunları tıpkı bir bombanın bulunup, zarar vermeyecek şekilde
patlatılması gibi, dikkatlice imha etmelisiniz. Yüreğiniz bir maden gibidir, ancak ürün yetiştirmek ve kaygı duymadan bunun zevkini çıkarmak istiyorsanız madeninizi temizleme yolunda sabır göstermelisiniz. Kendinize her gün sorun, “içimde dışa vurulmamış ne kaldı?”
diye. Onu dışa vurmadıkça öz doğanızı açığa çıkartamayacaksınız.
346. GÜN – AMAÇ
Aniden her şey odak noktasında toplandı.
Yaşamım boyunca birliği aradım durdum.
Oysa bir an için görebildim o akıl almaz görüntüyü parçalar halinde;
Yıllardır çıkamadım büyüsünden.
Her görüşümde onu elle tutabilmeye çalıştım.
Başlangıçta sanki yontucunun bilmemiş figürlerini koyduğu bir avlum var gibiydi –
Sonra yavaş yavaş anlam kazanmaya başladı,
Bir anlık görüntülerin ve çıkarsamaların bir araya gelişiyle.
Giderek açıyor kendini bu gizemli yaşam.
Bütünü açığa vurması yıllarca sürebilir.
Olsun.
Uzaklara gitmeye hazırım ben.
Kişinin yaşamının yazgısı kolayca ortaya koyulamaz. Çok kapsamlıdır. Yolun başında kesin bir şekilde hedeflerinizi koyarsınız, ancak gerçek amacınız belirginleştikçe değişiklikler ve ayarlamalar yapmak zorunda kalırsınız. Bu gizem kendini açmaya başlayınca inanılmaz bir güven duygusu sarar insanı. Tao’nun yolunda attığınız her adımla kuşkusuzluğun çanları zirveden zirveye çınlar.
345. GÜN – YAPMAYA DEĞER
İçimde sessizdi her şey gün boyu
bir ses bekledim geceyarısına kadar.
Dışımda gürültüydü her şey gün boyu
Sessizliği bekledim bütün gece.
Tao’nıun gücü sestir.
Tao’nun gizilgücü sessizliktir.
Denir ki, insan gün sona ermeden Tao’yu duyarsa, o gün, harcanan çabaya değerdir. Hatta insan, Tao’yu yaşamı sona ermeden duyarsa, o insanın yaşamı yaşamaya değmiştir.
Oysa bazen Tao’yu duymak çok uzun zaman alır. Tao’nun kendini hemen göstermediği günler vardır. Öyle görünüyor ki, ne kadar çok sevmek isterseniz o kadar çok nefret kendine çeker
sizi. Ne kadar çok arınmak isterseniz o kadar çok olumsuzluk izler sizi. Ne kadar çok dingin olmak isterseniz o kadar çok karmaşa hücum eder üzerinize. Sıradan insanların ortak sorunları
vardır. Tao’yu izleyenler çok büyük güçlere karşı mücadele ederler. Kabul etmekten ve sabretmekten başka ne yapabilirsiniz ki? Kendi kendinizi yiyip kaygılanırsanız, yalnızca o günü
Tao’dan uzak bir şekilde harcamakla kalmaz, aynı zamanda gününüzü duygusal karmaşa içinde berbat etmiş olursunuz.
344. GÜN – RAHAT
Sarhoş, arabadan düşer ama yaralanmaz.
Tereddütü bir yana atarsın da aptal zannederler seni.
Gerçekten rahat olabilmek nadir bulunan bir niteliktir.
Çekingen olmayın. Gönlünüzden geçenlere ulaşma yollarını tıkarsanız, sert bir insana dönüşür ve hayal kırıklığına uğrarsınız. Kendinizi ifade etme yollarını tıkarsanız, yaratıcılığınız gelişemez. Harekete geçmezseniz ürkek ve yetersiz birine dönüşürsünüz. Hiçbir şeyi durdurmayın . Bırakın eşşizliğiniz serbestçe aksın.
Yolun başında olan kişi rahat ve olduğu gibi davranabilmesini sağlayan doğru anlayışa ulaşana kadar (yapay olsa da) bir yapıya bağlı kalmalıdır. İnsanlar gerçekten özgür ve rahat olmaksızın
böyle davranmaya çalışırlarsa ahmak soytarılardan farkları kalmaz. Bu yüzden de kişi, artık bir yapıya gereksinim duymayıncaya dek bu yapı üzerinde çalışarak belirli bir zaman harcamalıdır.
Bu zaman içinde kişi alçakgönüllülüğün sırrını tümüyle özümsemiş olacak, doğruluk ve kendiliğindenlikle davranabilecektir. Gerçeklik ve özgürlük güvenli, sağlıklı ve yaratıcı
eylemlerin ürünü olmalıdır.
343. GÜN – YABANCILAŞMA
Neden vaat edilmiş bir ülkeyi beklersiniz?
Gerçek ülke yürektedir.
Tao’yu izleyenler yerin, insanların ve ulusun öneminin farkındadırlar.
Ancak bu faktörlerin ilelebet etkilerini sürdürmelerine izin verilmez. Tao bireyin insanlar üzerindeki sorumluluğunu olumlar. Irkımızın ve ulusumuzun felaketleri ve yabancılaşmasının ayağımıza bukağı vurmasına izin veremeyiz. Sadece yüreklerimizde başarıya ulaşabilsek de bunların üstesinden gelmek bizim sorumluluğumuzdadır.
Tao’yu izleyerek daha büyük bir ruhsal düzene katılırız. Bir durum ya da yere bağlı olmayan bir şeyin parçası olmak insana büyük bir rahatlık sağlar. Gerçekte Tao tümüyle maddesel bir düzeye indirilemeyeceği için bizden asla alınamaz. Ana yurtlarımızdan uzağa sürgüne gönderilsek, en sefil hapishanelere atılsak da Tao bizim için oradadır. Bir kere onun yoluna girersek yabancılaşma tehdidi korkutamaz artık bizi.
342. GÜN – TEZAHÜR
Savaşçıların gösterisini izlerken
“Bu dövüş geleneği altı yüz yıllıktır” dendi.
Baştan aşağı ritüele gömülmüş bir gösteri izledim.
Sanki altı yüz yıldır uygulanabilir hiçbir şey olmamış gibiydi.
Klasiğe, yersiz olmadığı sürece değer vermeliyiz.
Tao’yu izleyenler eski geleneklere çok değer verirler. Yaşayan ve hala geçerli gelenekler uzun bir yol izleyen nehir gibidirler. Tazelik, zenginlik ve verimlilik taşırlar. Nasıl ki kuraklığın hüküm sürdüğü bir yerden tatlı meyveler alınamazsa, geleneği olmayanlar da çabaları için pek az destek bulacaklardır.
Bir geleneği canlı tutan nedir? Bir geleneğin arkasından gidenler o geleneğin büyüklüğünü, değerini çağdaş ortamlarda da ortaya koyabilecek yeteneklere sahip olmalıdırlar. Eğer birisi onların geleneksel tıpta uzman olduğunu söylüyorsa, onların bugün diğer insanları da tedavi edebilmeleri gerekir. Geleneksel yazı sanatında iyi olduğunu söyleyen bir gelenek bugün de güzel sözler yazabilmelidir. Ezoterik ruhsal geleneklerde ustalaşmış olduklarını söyleyenler bu ruhun gücünü bugün de gösterebilmelidirler.
Gelenek adına çok uzun bir zaman önce ölmüş insanların ve zamanın kuramlarını ve alışkanlıklarını taklit etmemeliyiz. Bu anlamda acımasız olmalıyız. Geleneğin gücü bizim eşsiz bir yüceliği ortaya çıkarmamıza izin vermediği sürece ona bağlanıp kalmamızın bir anlamı yoktur.
341. GÜN – YALINLIK
‘Tao’nun farkına var. “
Kolay değil mi?
Hayır – biraz daha kolaylaştıralım: Tao olun. “
Neden bütün bu kelimelerin, lafların peşinden gidiyoruz?
Neden durmaksızın kutsal yazıları inceliyor ve çok uzun zaman önce ölmüş azizlerin hareketlerini ve sözlerini tartışıyoruz?
Sözler yerine deneyimi, öğreti yerine birey oluşu olumlamalıyız.
Bu Tao çalışmasının sonunda şu yalın sonuca varabiliriz: Sadece biz ve Tao varız.
Hayır, daha da yalını Tao’nun kendisi olmaktır. O zaman Tao olan her şey biz olur.
Tao’yu izleyenler nihai indirgenemez bir sonuca varıncaya değin karmaşık olan her şeyi indirgerler. Siz Tao’sunuz. Hiçbir çelişme olmaksızın o olabilirseniz, o zaman yüce yalınlığa gerçekten ulaştınız demektir.
340. GÜN – BAĞLAM
Bağlam. Bağlantı. Bağlar.
Bu sözcükleri anlarsak,
Ezoterik terimlere gereksinimimiz kalmaz.
Tao’nun her şey için bağlam olduğunu söyleyebiliriz, ancak bundan daha derine gitmeliyiz.
Her şey çevresine ve bize göredir. Doğrusunu söylemek gerekirse, bize göre olan bir yol, başka birisine göre başka bir yol olacaktır. Bu ince ve anlaşılmaz olabilir, ancak üzerinde düşünmeye
değer ayrımlar olacaktır.
Bu anlayış ne işimize yarar? Öncelikle her şeyin birbirine bağlı olduğunu düşünmeliyiz. İlişkinin açıları her birimiz için değişse ve farklı olsa da gerçek bağlantıların farkına varmalı,
hatta onlardan yararlanmalıyız. İkinci olarak, ilişkilerin geçici olduğunu anlamalıyız. Kendimizi yaşamın değişen akışına uydurmak için sürekli farkındalık içinde olmalıyız.
Üçüncü olarak, kendi bakış açımızın değerini anlamalıyız. Çok sayıda, bu değişen uyumluluklar topluluğu içinden, verilmiş olan herhangi bir anda hareket noktamızı belirten koordinatlar
seçmeliyiz. Bu durumdan hoşnutluk duymalıyız. Yaşamımızı bütünlük içinde yaşadığımız zaman, yaşamın temel akışından ayrı kalmaktan korkmamıza gerek kalmayacaktır.
339.GÜN – ÖĞRENME
“Öğrenme gençliğin kaynağıdır.
Kaç yaşında olursanız olun,
Gelişmenizi durdurmayın.”
Yaratıcılığın yalnızca ressamlar, yazarlar ve müzisyenler için olduğunu düşünmeyin. Yaratıcılık herkes için temel bir unsurdur. Sanat yapma, sorun çözme ya da yazma gibi dışsal etkili yaratıcılığın aksine, herkesin uğraşacağı yaratıcılık öğrenilmelidir. Öğrenmeye devam ettiğimiz, yeni yollar denemeye ve yeni fikirlere açık olduğumuz ve sürekli olarak kendimiz ve etrafımızdaki dünyaya ilişkin anlayışımızı geliştirdiğimiz sürece benliğin en yüksek yaratıcılığını kullanıyoruz demektir. Eğer yaşamın sürekli ve zinde katılımcıları olan yaşını başını almış insanlara dikkatle bakarsanız ortak alışkanlıklarının öğrenme, ilgi ve merak olduğunu göreceksiniz. Yeni öğrenme ve davranış bulmaktadırlar.
Yaşamımızda yeni bir aşamaya geldiğimiz zaman parametreler değişir. Altmış yaşındaysak, ergenlik çağında yaptığımız hareketleri yapamayız. Bu nedenle kendimize durumumuza göre
yeni ve daha iyi bir biçim vermeliyiz. Bu sürekli yaratıcılık eylemi bizi genç tutar.
338.GÜN – ANLATIM
“Artık resmedecek hiçbir şey yok.
En mükemmelden en saçma olana kadar her şeyi gördük.
Artık yazacak hiçbir şey yok.
Pek çok kitap okunarak didik didik edildi.
Artık söylenecek hiçbir şarkı yok.
Zamanımda en yeni olan müzikler şimdi fon müziği oldu.”
Anlatımın etkisiz gibi görüldüğü bir dünyada yaratıcılığı korumak zordur. Oysa yaratıcılık temel bir dürtüdür. Mağara insanı duvarlara resimler yaptılar; herkesin evinin bir imajı vardır. İnsanoğlunun gelişme sürecinin erken evrelerindeki yazıcılar deneyimlerinin kayıtlarını tuttular; insanlar bugün hala günlük tutarlar.
Şamanlar şarkı söylerlerdi; bugün hala müzikle yaşıyoruz. Yeni bir şey ortaya koymak zor görünüyorsa da günlük yaşamlarımızda yaratıcı anlatımı terk edemiyoruz.
Yeni bir anlatıma ulaşmanın tek yolu derinlere inmektir. Bir bakıma günümüzün uç noktalara varan çoğulculuğu, diğerlerinin yaptığının aynısını yapma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor.
Bir zamanlar ressamlar, rahipler, yazarlar, müzisyenler ve zanaatkarlar feodal idarecilere karşı yükümlülük altındaydı. Bugün hiyerarşik standartlarla sınırlandırılmıyoruz. Dolaysız bir şekilde iç sesimizle söyleşmekte özgürüz.
337.GÜN – ÖLÇÜLÜLÜK
“Tek başınalıkla sosyallik arasında gidip gel.
İster yalnız ol, ister başkalarıyla birlikte dinginliğini koru”
Kimileri Tao’nun sadece kendini bedensel zevklerden uzak tutmakla bilinebileceğini düşünür. Başkaları büyük kalabalıklara karışmayı tercih eder. Tao’yu izleyenler ne tek başına, ne de topluluk halinde yaşarlar. Belirli zamanlarda başkalarından uzak kalırlar. Buna karşılık, başkalarıyla birlikte olmaktan da hoşlanırlar. Başkalarından uzak olmak iyidir. Ancak aşırıya kaçan manastır yaşantısı kişiyi mutsuzluğa, saplantılara, hatta deliliğe götürür. Aynı şekilde, ilişki kurmak iyi bir şeydir. Ancak çok fazla sosyal ilişki yerleşik kurallara aşırı uygunluğa, çatışmaya ve strese neden olur.
Bu nedenle Tao’nun yolu iyi olanı en yüksek düzeye çıkarmaya ve kötü olanı en alt düzeye indirmeye dayanır. Yalnız kalmak, yalnız meditasyon yapmak, hatta yalnız uyumak için belirli zamanlarımız olmalı. Bu bize netlik sağlar. Bu sayede ilişkilerimize bu anlayışı taşıyabiliriz. Dostluklarımız daha güzel olur. Ölçülülüğü anladığımız zaman, tek başınalıkla sosyallik arasında hata yapmaksızın gidip gelebiliriz.
336.GÜN – BİLGELİK
“Saçları kırlaşmış bir çift oturur bankta,
Gazete okuyarak, günün haberlerini tartışarak.
Bir şiir okur adam gençliğinde öğrendiği;
Adam hoşnutlukla başını sallarken, kadın bitirir kıtayı.
Tanyeri ağarırken, öğlenkinden daha temiz gözükür hava.”
Eskiden eğitmenler ezbere çok önem verirlerdi. Hala kimi şiirlerden, klasiklerden ve dini metinlerden pasajlar okuyan ya da matematik formüllerini ezberden söyleyen bazı yaşlılarla karşılaşırsınız. Gerçekte bazı insanlar hafızası daha güçlü olan bu insanların daha akıllı olduğunu söylerler.
Gençler genellikle daha fazla bilgi edinmek için aşırı derecede isteklidirler. Ancak salt birikim yeterli değildir. Siz daha fazla aldıkça, aldığınız bilginin de yönetilme ihtiyacı o kadar fazla
olacaktır. Bu olmadan sadece ansiklopedik bilgileri öğrenir, ama pek az bilgelik kazanırsınız. Gerçek bilgelik niceliksel temel üzerine kurulan niteliksel bir değerdir.
Hayat gücüyle dolu yaşlılar sadece iyi bir hafızaları olduğu için saygın olmazlar. Onlar aynı zamanda bu gerçekleri kendi amaçlarına uygun olarak nasıl kullanacaklarını öğrenmişlerdir. Bilgilerini sağlıklı bir dozda deneyim, deney ve tefekkürle birleştirmişlerdir. Olaylar arasındaki özel bağlantıları sezgisel olarak bilmek zaman alır. Bilgeliğin salt zihinsel bir süreç olmayıp bir insanın her şeyiyle
birlikte toplamı olduğu söylenebilir.
335.GÜN – YİĞİTLİK
“Güreşçi bir zamanlar bir boğadan daha sertti.
Bayılırdı kocaman, yağlı bilekleri bükmeye
Rakiplerini zevkle yenmeden önce.
Oysa şimdi kırılgan bir deri gerili kemiklerinin üzerinde,
Ve hırıltısı erkekçe kükreyişinin hayaleti gibi.”
Yaşamın herhangi bir noktasında yiğitliğin doğası üzerine iyice düşünmek akıllıca bir iştir. Eğer ona sahipseniz, bundan mutluluk duyun ve onu akıllıca ve sevecenlikle kullanın. Öte yandan bunları yapanın sizin kendiniz olduğunu düşünmemelisiniz. Bu gücü ödünç alıyorsunuz. O sizin değil. O, onu alıp
kullanacak kadar şanslı olduğunuz sürece burada size sunulmuş bir armağandır. Bir kere kaçarsa artık zafer kazanamayacak, aynı beden ve zihne sıkışıp kalacaksınız. Kibiriniz kırıldığı, burnunuz sürtüldüğü zaman giden nedir? Hala buradasınız, cesaretinizi onunla özdeşleşmeden nasıl hayata geçireceğinizin
yollarını öğrenmediğiniz sürece, bir zamanlar yapabildiğiniz şeyleri yapamamanın acısını hissederek buradasınız. Bunu öğrenemeyenler tatsız, yaşlı insanlar haline gelirler. Yaşamı lanetlerler. İnançlarını yitirirler. Bunun nedeni, onların öz değerlerini kendilerine değil yeteneklerine yüklemeleridir. Bu nedenle meditasyon yapmak, yengileri değil, onların deneyimlerini biriktirmek iyidir. Onların tadını çıkarın. Kimse onu sizden alamaz. Deneyimler cesaret sonucu ortaya çıkar, değerli olan cesaretin
kendisi değildir.
334.GÜN – MAŞRAPA
Bambu maşrapa, granit leğen
Kapkara yapay gölün üzerinde buz tabakası
Titrekçe parıldar ay maşrapanın üzerinde
Doluluk yavaş yavaş akıp boşalana değin.
Bazı insanlar maşrapa gibidirler. Neyi içlerine alırlarsa alsınlar sonunda yine dışarı akıtırlar. Böyle insanlar için yaşamda bir şeyi biriktirmek, toplamak çok zordur.
Eğer siz de böyleyseniz sahip olduğunuz kaynaklara yoğunlaşmanız için daha fazla neden var demektir. Sahip olduğunuz zenginliği nasıl kullanacağınızı biliyorsanız ne türden olursa olsun
yoksulluk caydıncı bir şey olmaktan çıkar. Yazgınızı kucaklamalı, onunla birlikte çalışmalı ve ondan yararlanmalısınız.
Sonuç olarak yaşamda hiçbir şeyi sürekli olarak elimizde tutamayız. Çıplak doğar, çıplak ölürüz ve bir anlamda çıplak yaşarız. Aldığımız ve alışkanlık haline getirdiğimiz şeyler -giysilerimiz,
servetimiz, ilişkilerimiz- hepsi bizim için dışsaldır. Bunların hepsi ezici kader tarafından kolayca elimizden alınabilir. Deneyimlerimizi ve anlayışımızı içselleştirmeye çalışırız. Bunlar bile stres, yaşlılık, hafıza zayıflığı, düzensiz düşünme, uyuşturucular ya da şok geçirme gibi nedenlerle elimizden gidebilir.
Aslında hepimiz maşrapalarız. Yaşamın bize sunduğu azıcık şey de damla damla akıp gider.
Belki de en kötü durum bile bizim için iyidir, çünkü yaşamın boşunalığı Tao’ya sanlmamıza neden olur. Her şeyden önce o, bütün sonsuzluklardan daha büyük, en küçük ve ince büklümlerden daha ince ve görünmezdir. Onu duyumsamak büyük güç gerektirir. Onu algılamak bir kızböceğinin duyarlılığını gerektirir. Yaşama tutunmaya çalışmaktan yorulduğunuz zaman Tao’ya girmek için yollar bulacaksınız.
333.GÜN – EŞEK
“Zirvedeyken eşeğinden in.”
Bu dünyada kimi yerlere tırmanmak çok zordur, insanlar bu iş için hayvanları kullanır. Her hayvana bir kişi binebilir ve her hayvanın farklı bir adı olabilir. Biniciler farklı patikaları izlerler ve deneyimleri hakkındaki farklı düşüncelerini birbirlerine anlatır, tartışırlar. Birbirleriyle çelişen düşünceleri de olabilir: Bir yolcu geziyi heyecanlı bulurken öteki korkutucu, bir üçüncüsü de sıradan bulabilir. Zirvede bütün yolcular aynı noktada dururlar. Her birinin aynı manzarayı görmek için eşit şansı vardır. Eşekler dinlenmeye ve otlamaya bırakılır, artık onlara ihtiyaç kalmamıştır.
Hepimiz Tao’nun yolunda yolculuk yaparız. Eşekler her birimizin sarıldığı değişik öğretilerdir. Zirveye ulaşmamızı sağladıktan sonra hangi öğretiye sarıldığımızın ne önemi var?
Sizin eşeğiniz bir Zen eşeğiyken benimki bir Tao eşeği olabilir. Hepsi aynı yere götürür. Neden onların eşekleriyle dalga geçelim? Kendiniz de bunlardan birini kullanmıyor musunuz? Zirveye vardığımız zaman hem eşekleri hem de geçici deneyimlerimizi bir yana bırakmalıyız. Zirveye acı çekerek ya da neşeyle varıp varmadığımızın bir önemi yoktur. Bütün dinler kutsal doruğa ulaşmanın yollarına farklı isimler vermişlerdir. Zirveye vardığımız zaman artık isimlere gereksinimimiz kalmaz ve her şeyi dolaysız bir biçimde deneyimleyebiliriz.
332.GÜN – KURT AĞZI
“İki kere ölç, bir kere kes ” dedi yaşlı zanaatkar.
Yalnızca dikkatli bir planlama ve sabırlı bir yetenek kurt ağzını yaratabilir.
İnce iş yapan her marangoz, yapacağı mobilyanın iki parçasını, sadece kullanımdan değil havadan da kaynaklanabilecek baskıyı kaldırabilmesi için doğru bir açıyla birleştirebilme sorunuyla karşı karşıya kalır. Özellikle yazların sıcak ve nemli, kışların kuru ve soğuk geçtiği yerlerde bir tahta kalasın boyutları altı milimetreyle on iki milimetre arasında değişikliğe uğrayabilir. Bu kadarlık bir değişim de eklenti yerlerinin ayrılması ve çekmecelerin
sıkışması için yeterlidir.
Kurt ağzı denen doğramanın birbirine geçen dişleri, parçaları birbirine tutturur, çünkü birbirine geçmiş tahta parçaları aynı oranda genişler ve daralır. Çekişin yönü eklenti yerinin kenetlenme yönüne karşıdır. Bu güzel el sanatının yan ürünü, kendi içinde ve kendi başına bir güzellik ürünü olan mobilyaya tamı tamına oturtulmuş bu eklenti yeridir. Kurt ağzı parçasını kesmek dikkat ve çaba gerektiren bir yetenek işidir. Hatlar büyük bir özenle kesilmeli ve kesim dikkatli bir şekilde ince bir testere kullanılarak yapılmalıdır. Fazlalıklar keskin bir keski aleti kullanarak, her iki taraf da sıkıca birbirine oturana değin yavaşça yontulmalıdır. Kurt ağzı parçasını yapmak planlama, yetenek ve sabır gerektirir.
Günümüzde kullanılan ucuz sentetik malzemeler mevsimlerle birlikte solumuyor. Böyle olsaydı rahatsızlığımız azalabilirdi, ama bu durum aynı zamanda Tao’yla başka bir ilişki şansını da azalttı. Çünkü ince iş yapan marangozlar ağaçla, mevsimlerle ve kendi yaratıcılıklarıyla uyumlu mobilyalar yapmaya çalıştıkları zamanlarda Tao’yla kusursuz bir uyum içindeydiler.
331.GÜN – ELEK
Kaba bir elek çok az şey tutar.
İnce bir elek daha çoğunu tııtar.
İnce olmak istiyorsan arınmış ol.
Ancak kaba olanla da başa çıkmayı bil.
Manevi yaşamın ironisi daha duyarlı ve daha ince olmanızdadır. Böylece kaba olana karşı daha hoşgörüsüz bir hale gelirsiniz. Burada çok fazla bir seçenek yoktur. Yaşamda ince olan şeyleri yakalamak istiyorsanız kendinizi arındırmalısınız. Ancak bu durumda kaba şeyler çok daha büyük bir hızla birikeceklerdir. Hızla akan nehirdeki kaba bir elek sadece molozları ve büyük kayaları tutacaktır. İnce bir elekse daha küçük şeyleri yakalayacak, ama aynı zamanda büyük şeyleri de tutacaktır.
Kimileri çok katmanlı bir hale dönüşerek bu durumla baş etmeye çalışır. En kabasından en incesine kadar yaşamın onlara sunduğu şeylerle baş edebilmek için bir dizi perde gererler kişiliklerine.
Sıradan bir bakış açısından bakıldığında, bu durum tam olarak başarılı olmasa bile övgüye değerdir. Oysa Tao’nun bakış açısından bakıldığında bu, büyük bir sıkıntı ve zorluk sebebidir.
Ne yapmalıyız? Kaba olarak kalırsak yalnızca kaba olan gelir bize. İnce olursak arınmış bir hale geliriz, ancak o zaman da kaba olan sıkıntı verir, rahatsız eder bizi. Çok katmanlı bir hale dönüşürsek o zaman bizi Tao’dan ayıran karmaşık bir durum yaratırız. Çözüm, Tao’yla birleşerek onun akıntısında yüzmektedir. Bu şekilde artık ne tutmak ne de yadsımak zorunda kalırız.
330.GÜN – SAĞDUYU
Bilgi ve güç yıkıma uğratmasın seni. Hayatta kalmak için sağduyunu kullan.
Bir zamanlar bilgili ve başarılı dört adam vardı. Bir gün “Büyük bir kralın yanında çalışmayacaksak öğrenmenin ne faydası var?” diye sordular kendilerine. Böylece başkente doğru yola koyuldular. Bu dört adamın üçü çok akıllıydı. Dördüncüsü zeka bakımından diğerlerinden daha geriydi, ancak en çok sağduyu sahibi olan da oydu. Yolda bir aslanın iskeletine rastladılar. “Hadi bu aslanı diriltelim,” diye öneride bulundu birinci adam. “Evet, bu bize büyük bir ün kazandırır” diyerek onayladı ikinci ve üçüncü adam. Dördüncüsüyse, “Eğer bu aslanı diriltirseniz size saldınr ve doğruca midesine indirir” dedi. “Sen karışma” diye bağırdı üstün bilgisini kullanarak kemikleri çoktan etle kaplamış olan birinci adam. İkinci adam hemen kan verdi aslana ve üçüncüsüyse nefes vermek üzereydi. “Güvenliğimizi düşünmeliyiz,” dedi dördüncüsü. “Sessiz ol” dedi üçüncü adam yaptığı işe dalmış bir şekilde. “Peki öyleyse, ben de ağaca çıkıp orada oturayım” dedi dördüncüsü. “Ne olur ne olmaz.” Aslan canlandı ve akıllı adamları öldürdü. Kurtulabilen yalnızca sağduyulu adamdı.
329.GÜN – GÖBEK
İnsanlar göbegin körelmiş bir topak yumru olduğunu ve beslenmenin yalnız ağızdan olduğunu düşünürler.
Hiç de böyle degildir. Tao büyük annedir ve sınırsız güç göbegin bulunduğu bölgededir.
Eski kitaplar Tao’yu büyük anne olarak adlandırırlar. Tao tıpkı bir anne gibi bizim tüm gereksinmelerimizi giderir. Bize barınak sağlar, doyurur, yaşamamızı olanaklı kılar. Kelimenin tam anlamıyla Tao’nun ruhuna, diriliğine bağlıyız.
İçimizde uyur bir halde bulunan odaklanma noktalan vardır.
İnsanların çoğu bu noktalar üzerinde yoğunlaşmanın belirli güçler kazandıracağının, hastalıkları iyileştireceğinin, bilinci değişime uğratacağının ve zihni dinginleştireceğinin farkında değildir. Bu noktalar, tıpkı kutsal bir yerdeki harabelerde gomülü bir hazine gibi sahibine mucizevi güçlerini sunmadan önce keşfedilmeyi beklerler.
Bu tür noktalardan biri göbek bölgesindedir. Oraya yoğunlaştığınız zaman o büyük canlılığın size geldiğini farkedeceksiniz.
Hala göbek bağınızla annenize bağlıymış gibisinizdir, güç, fiziksel sağlık ve mutluluk sizin yolunuza girecek.
*Göbek ~ Dan Tien (iksir tarlası) ~ 3 Hazine
328.GÜN – VARLIK
Sivri kuledeki paratoner
Salt varlığıyla çeker gücü kendine.
Aynı şekilde biz de çalışmalıyız…Töz ve yükseklik için.
Göksel güçlerle birleşmek istiyorsak, gerçek ruhsal yüksekliğe ulaşmalıyız yalnızca. O zaman, yıldırımın paratonere çekilmesindeki doğallıkla cennet bizi karşılamaya gelecektir. Çaba yalnızca oluş, karakterlerimizin kusursuzlaşması, yukarılara ulaşmak içindir. Bulunduğumuz yer doğruysa, birlik kaçınılmazdır.
Bazı insanlar “Cennet kimin umurunda?” derken, bazıları da “Arınmak için bunca çaba neden?” derler. Tabii ki, kimseden yaşamda bir çaba göstermesi istenmez. Hepimiz kolay yolu izleyebiliriz.
Ancak bu durumda biz hala paratoner olarak kalırız. O zaman yalnızca göksel güçleri değil, şeytanların, talihsizliğin ve yırbaların güçlerini de çekeriz.
Hayır, insanın ruhsal nedenlerle arınmak istemesinin gerçek bir nedeni yoktur. İşin gerçeği şudur ki, ne çeşit bir insan olursanız olun, bir şeyleri kendinize çekeceksiniz. Size yönelen şeyleri denetim altına almanın temel yollarından biri özünüzü arındırmaktır.
327. GÜN – RENKSİZ
Erotik ve ruhsal arasındaki fark nedir?
Tapınaklar ve aşıklar aynı ölçüde renkli ve gösterişlidirler.
Erotizm ve ruhsallık arasındaki fark nedir? Her ikisi de kendinden geçişi ifade eder. Her ikisi de benliği aşmaya yöneltir insanı. Her ikisi de daha büyük bir düzenle birleşmeye götürür.
Her ikisi de sapıklık, şehvet, sadizm, takınak ve deliliğin aşırılıklarına karşı savunmasızdır. Erotizm ve ruhsallık, yani insanlığın bu en derin iki girişimi ikizdir.
Hem erotizm hem de ruhsallık dünyanın çeşitliliği ve renkliliğiyle kurulan yoğun bir bağlantı anlamındadır. Ancak daha yüksek bir mertebe, yani insanın kutsallığın kendisi olduğu bir
durum vardır. Bu durumda renkler dünyasına ilişkin hiçbir şey sizin için bir anlam taşımayacaktır. Rahat bir koltukta oturmanın hazzının bir anlamı olmayacağı gibi, zahidin harcadığı çabanın görkemli görünüşü de bir anlam ifade etmeyecektir. Yalnızca saf, göz kamaştırıcı ışığın renksizliğine nüfuz ederek bu ikizlerden kurtulabilir, özgürleşebiliriz.
Meditasyon bilincinizi değiştirir. Nasıl bir bilincin ortaya çıkacağı yapılan meditasyona bağlıdır. Buna karşılık, sizin bilinciniz de etrafınızdaki dünyadan aldığınız duyumları renklendirir. Nesnel gerçeklik diyebileceğimiz bir şey yoktur. Her şeye siz renk verirsiniz. En yüksek oluş haline ulaşmak istiyorsanız, rengi olmayan bir bilinci hedefleyin.
326 – GİZEMCİLİK
Bütün gizemci gelenekler birdir.
Tüm dinlerin tohumudurlar.
Tao. Zen. Tantra. Yoga. Kabala. Tasavvuf. Hıristiyan gizemciliği. Şamanizm. Ve diğer pek çoğu izdeşleri tarafından gizlice korundu. Bunların hepsi ilahi olanla aynı gizemci birlik anlayışını paylaşır. Meditasyon, tek kültüre özgü bir şey değildir. Tüm kültürler sürekli bir arınma, meditasyon ve büyük evrenle birliği vurgulayan gizemci özü anlamışlardır. Ben bu büyük düzeni Tao olarak adlandırıyorum. Onlar farklı adlar veriyorlar. İnsanların onu nasıl adlandırdığının ne önemi var? Kutsal olanı keşfettiklerinde onu kendi tarihlerine ve kültürlerine göre farklı seslerle çağırdılar, ama aslında hepsi aynı şeyi keşfetmişti.
Yaşamda tek bir ilahi kaynak vardır. Kuşaklar boyunca bütün geleneklerin gizemcileri Tao’nun içine daldılar. Sözlerin yetersiz olduğu düzeylerle karşı karşıya geldikleri zaman sözlere gerek duymadan ruhanilikteki o tek öze ulaştıklarını anlıyorlardı. Dünyanın neresinde olursanız olun, sizi Tao’ya götürecek anlıkta gelenekler vardır.
325.GÜN – EŞ
Tutku, yıllar boyu süren, aşama aşama açılışa götüren
Başlangıçtan başka bir şey değildir.
Bazı insanlar yaşam boyu birbirleriyle eş kalırlar. Onların aşkları delicesine bir tutulma, tutku ve erotizmle başlamış olabilir. Sonunda bu ilişki daha dengeli, istikrarlı bir arkadaşlığa dönüşmüştür.
Her çift bu geçiş dönemini yara almadan geçemez, ama geçmeyi başaranlar birbirlerine karşı yeni bir ilişki kurma tarzı geliştirirler. Kendilerini birbirlerine adamış aşıklar birbirlerinin ufak tefek hatalarını kabul edebilirler. Bu arada kendilerindeki eksiklik ve güvensizlikler de karşı taraf tarafından kabul
edilir. Olgun aşk sabırlı, cömert ve sevecendir, bencil değildir. Aşkta, ulaşılmaz olan bir birlik ve aşkınlığı deneyimleriz. Bir çok ermiş romantik, aşka karşı çıkan şeyler söyler. Acaba kendileri onu hiç hissetmedikleri ya da acı bir hayal kırıklığı yaşadıkları için mi böyledir bu?
İnsanlar kendilerini çok iyi tanımalıdırlar. Eğer aşkı amaçladılarsa aşkı tanıyacaklardır. Sonuç olarak insan ilahidir. İnsan aşk yoluyla birlik ve bütünlüğün güzelliğini anlamaya başlar:
Eril öğe dişil öğe olmadan durağan ve kısırdır. Dişiyse, eril olmadan katalizörü olmayan sınırsız bir gizilgüçtür. Birleşerek bencil olmamayı, saflığı ve ilahiliği yaşarız.
324.GÜN – “MOZAİK”
Akik taşı, lapis ve yeşimden çiniler,
Duvar resmi ustası resmini yapıyor,
Her defasında bir santimetre.
Her resim kendi başına değerli;
Hepsi bir arada değer biçilemeyecek bir bütünü oluşturuyor.
Doğup büyüdüğüm yerden çok uzak olmayan bir yerde, uzmanlık alanı mozaik olan bir duvar resmi ustası vardı. Dünyanın dört bir yanından iş alır, aynı zamanda ünlü ressamların duvar resimlerinde ve heykellerinde onlarla beraber çalışırdı. Her türden büyüleyici çinilerle dolu sandıklan ve kutuları vardı. Bazıları kırmızı, mavi ve sarı camdandı. Ötekiler özenle sırlanmış seramiktendi. Birkaçı lapis, turkuvaz, malakit ve obsidyendi. Hatta bazıları altından ve gümüştendi ve üzerilerindeki duvarcı sıvası silindiğinde en çok parlayan onlar olurdu.
Tanrı ayrıntılarda olabilir, ancak büyük resmi bilmek de önemlidir. İşte bu noktada duvar resmi ustası çok önemli bir örnekti. Büyük resmin ne olması gerektiğini bildiği gibi santimetrekare büyüklüğündeki parçaları birleştirerek devasa tablolar oluşturacak konsantrasyona da sahipti. Bu, hem küçük olanı hem de büyük olanı bilmektir. Bu örneği izlerseniz, hiçbir zaman dar kafalı ve sınırlı bir insan olmayacak ve mikroevren ile makroevren arasındaki ilişkiyi gözden kaçırmayacaksınız.
323. GÜN – YOĞUNLUK
Tao garip bir biçimde renksizdir,
Yoğun olduğu halde.
Gelgitsel dalga gibi sımsıkı kavrar.
Eski kitaplar Tao’yu garip bir biçimde renksiz olarak tanımlar.
Bununla ne anlatmak isterler? Tanrının kör edici bir aydınlığın
alevinde görüldüğü, cehennemin ağzının alevler ve kıvılcımlarla
açıldığı yerde, nasıl olur da Tao, her şeyin en yücesi
olan garip bir biçimde renksiz olur?
Renksiz tanımı, Tao’nun bütün tanımların ötesinde olduğu
gerçeğine bir göndermedir. Tao’yu yaşadığınız zaman doğru
olan bir şeyin sizi sımsıkı sardığını fark edeceksiniz. Öte yandan
onu kavramsallaştırmak ve yeniden üretmek olanaksızdır. Aslında,
Tao’yu saptamak, kanıtlamak için ne kadar çok çaba gösterirseniz
o da o kadar ele geçmez, bulunması güç hale gelir.
Renksiz bir şeyin böylesine yoğun, kavrayıcı ve unutulmaz oluşu
da bir paradokstur.
Hiç yarışma içeren bir spor, örneğin futbol oynadınız mı? Hiç o
durumu, siz neredeyse hiç çaba bile göstermeden her şeyin
mükemmel geliştiği durumu yaşadınız mı? Bu devinirliği kavradığınızda kendi kendinize şöyle söylediniz mi: “Bunu bozacak
bir şey yapma. Hiçbir şey söyleme. Onu mahvetme.” Bu biraz
Tao’yla birlikte olmaya benzer bir duygudur. Size olan şeyleri
bozmaya çalışsanız, bunu yapamazsınız. Onu daha sonra
başka bir oyunda yeniden yaratmayı deneseniz, yapamazsınız.
Ona “hakim olmaya”, ondan yararlanmaya, ne olduğunu açıklamaya çalışsanız, yapamazsınız. Daha sonra yalnız kalıp düşündüğünüz zaman bu deneyimin diğerlerini harekete geçirmeye, önündeki her şeyi silip süpürmeye, sizi yoğunluk içinde tutmaya yetecek denli güçlü olduğunun farkına varabilirsiniz Duyumsadığınız şey Tao’ydu.
322.GÜN – ” ÇÖKÜŞ “
Pudralı yüzüyle odalık pahalı ipekler içinde –
Ayaklar bağlı, beden yumuşak, dudaklar gevşek –
Lotusu seyreder dürbünle.
Yusufçuk konuverir kımıltısız yelpazesine.
Yaşamınızın çöküşe yaklaştığını nasıl anlarsınız?
Kuşkusuz şeklin gücü özün gücünden daha önemli olmaya başladığında. Etiketler ve töre; anlayış ve doğruluktan daha önemli olduğunda. Yöntem, yaratıcılıktan daha önemli olduğunda. Arzularınızı tatmin etmek başkalarına vermekten daha önemli olduğunda. Vatanseverlik; diğer uluslara aydın gibi davranmaktan, ölçülü yönetimden daha önemli olduğunda. Yemek yeme eylemi, iyi beslenmeye gösterilen özenden daha önemli olduğunda. Operaya gitmek; evsizlere ve fakirlere yardım etmekten daha önemli olduğunda. Kişinin kendi rahatı, sevdiği kişilerden daha önemli olduğunda. Hırs, hayırseverlikten daha önemli olduğunda. Prestij, yardımseverlikten daha önemli olduğunda. Akademi,
sokaklardan daha önemli olduğunda. Bağırarak isteklerini anlatmak başkalarını dinlemekten daha önemli olduğunda. Saldırganlık iletişimden daha önemli olduğunda. Uzmanlık, basit hareketlerden daha önemli olduğunda. Stil, işlevden daha önemli olduğunda. Kitaplar, öğretmenlerden daha önemli olduğunda. Amaca erişmek için başvurulan çareler, bilgelerin öğütlerinden daha önemli olduğunda.
Bunların yaşanmakta olduğunun kokusunu alıyorsaruz çöküşten uzak değilsiniz demektir.
321.GÜN – “KENDİNE YETERLİLİK”
Kendine yeterli ol, ama kendini yalıtma.
Çin kralı kapıları kapadığı zaman,
Yüzyıllarca süren durgunluk ve çöküş başladı.
Tao’nun tüm felsefesi kendine yeterliliği sağlamaya yöneliktir. Kişi yaşamda ne yapmaya gereksinim duyuyorsa kendi başına yapabilmelidir. İnsan ister bir çölde mahsur kalsın ya da kimlik ve nezaket gerektiren sosyal bir toplantıya katılsın, her durumda kendine güven, rahatlık ve huzurla bunun üstesinden gelmelidir. Kendi kendine yeterlilikle kendini yalıtma aynı şey değillerdir. Bu çok önemli bir noktadır. Çin kralı sınırları kapadığında tam bir yalıtımdan yararlanacak denli kendi kendine yeterliydi.
Tüm ülke büyülü bir hoşnutluk ve doyumla kendi içine çekildi. Ancak sonunda kökleşmiş bir toplum oluştu. Durgunluk ve çürüme egemen olmaya başladı. Aynı sorun, yaşama tümüyle kenetlenemeyecek kadar kendine yeterli insanlar için de geçerlidir. Onlar ya kendi durgunluk ve çöküşlerinin ağırlığıyla içeri doğru çekilecekler ya da dış dünya onları anlayamadıkları bir şeyle kuşattığı zaman patlayacaklardır. Tao’yu izleyenler dünyayı boşluk halinde dolaşırlar. Çekilme ve yoğun bir kendini geliştirmenin geçici avantajlarından kendilerine yarar sağlarlar, ancak kendilerini sürekli yalıtmazlar.
Tao’yla birlikte akarlar, her şeyle birliktedirler ve bu nedenle çöküşü yaşamazlar.
320.GÜN – ” FAKİR “
Bambudan yapılmış çubuklar
Gümüş alamayacak kadar yoksul.
Yemek için yumuşak bambu sürgünleri
Et alamayacak kadar fakir.
Eski insanlar çevreleriyle neden öylesine bütünleşmişlerdi ? Çünkü, kullandıkları eşyalar, yedikleri yemek ve meşgul oldukları faaliyetler doğrudan çevreleriyle ilgiliydi. Yemek yerken bambudan yapılmış çubukları, sepet yapmak için sürüngen bitkilerin saplarını kullanırlardı. Su kabaklarını kayık olarak kullanırlardı. Yiyecek için bitki” yetiştirdiler, hayvanları evcilleştirdiler, balık ve av hayvanları yakaladılar. Toplumsal yapıları güneşin, ayın, yıldızların döngüsü etrafında kuruldu. Yeni doğan bebekler en yakın ırmağın sularıyla yıkanırdı. Ölüler aynı toprağa, onlara besin sağlayan toprağa gömülürdü.
Günümüzde ise yiyeceklerimiz uzak yerlerden ithal ediliyor, inceden inceye işlemlerden geçiriliyor. Kullandığımız nesnelerin varlıkların ve işlevlerinin gerekli olduğunu düşünürüz ve onların nereden geldiği hakkında hiçbir fikrimiz yoktur. Bizi zihinlerimizin uyum sağlayamayacağı kadar hızlı bir şekilde bir yerlere götüren ulaşım araçlarımız var. Zenginliğimizi kötüye kullanıyoruz, onu, kendimizi çevremizden soyutlamak için kullanıyoruz.
Bu yüzden ılımlı, alçakgönüllü bir yolda olmak mutlaka kötü demek değildir. insan yoksulsa, zorunlu olarak elinin altında olanları kullanır. Bunları bize getiren Tao’ dur. Dünyaya ve doğaya ne kadar yakınsak yaşamla o kadar bütünleşiriz. Tao’yu izleyenler hiçbir zaman yaşama yabancılaşmış olmaktan şikayet etmezler. Seçenekleri yoktur. Yaptıkları her eylem onları Tao’nun devinimiyle eşzamanlı ve eş hızlı tutar.
319.GÜN – “AYAKTA KALMA”
Turuncu ve altın renkli sazan,
Buzun altında yaşayan.
Yukarıdaki dünyaya aldırmayan,
Aşağıdaki dünyayla ayakta kalan.
Hızla soğuyan sonbaharda, havuzların üstü buz tutmaya başlar. Sular derinleşir, kararır ve bilinmezleşir, ama bu derinliklerde balıklar, yaklaşan kışı da atlatarak yaşamlarını sürdürebilirler.
Tao da balığın suyu bildiği gibi dolaysız olarak bilinebilir. Benim Taom sizin Taonuzla aynı olmayacaktır. Her ikimiz de farklı geçmişleri ve düşünceleri olan bireyleriz. Tao bizim içimize girer
girmez bizim içsel kişiliğimizin renklerine bürünür. Bizden uzaklaştığı zaman tekrar evrensel doğasına geri döner. Bu tıpkı, suyun balığın yüzgeçlerinden akması gibi hiç durmaksızın ve değişmeksizin devam eden bir süreçtir. Suyun balığı beslemesi gibi Tao da bizi besler ve ayakta tutar.
Tao’nun içinde olmayı sürdürdükçe sudaki sazan kadar güvende olacağız. Tao’dan ayrıldığımız zaman sudan çıkmış balık kadar çaresiz kalırız.
318.GÜN – “ŞARKI SÖYLEME”
Yağmur gelir ve kuşlar
Sedefimsi gökte silüetler
Coşkulu şarkılarıyla yanıtlarlar.
Ağızlarını göklerin nektarına açıp
Damlalarla ritim tutarlar.
Doğadaki her şey şarkıdır. Bu şarkı kimileyin, serbestçe bırakılmayan sıkışıp kalmış duygulan boşaltan, ruhu canlandıran pembe ses aralıklarıyla minör anahtarına uygun gamda bestelenmiştir.
Bazen de vücudu bir dalga gibi saran ani ve çok kuvvetli bir heyecan duygusu yaratan zengin melodilerle dolu ve uyumlu ses karışımları yaratan neşeli bir şarkıdır. Bazen garip modlardan, gırtlaktan çıkarılan ve sürekli olarak aynı tempoda art arda yinelenen sözlerden, kasvetli ahenksiz seslerden oluşur.
Yaşamın her şeyi saran şarkısıyla coşup şarkı söylemek bize bağlıdır. Onunla uyum içinde miyiz? Başka bir nağmeye katılarak bir bütün oluşturan bir ezgi mi söylediğimiz? Yoksa amaçlı olarak ahenksiz sesler mi çıkarırız? Belki Tao’yla ilk karşılaşan öğrenci onunla uyum içinde olmak için çaba gösterir, ancak bütün bunlar Tao’yla ilişki kurmak anlamına gelmez. Tao bize bir arkaplan, zengin olaylar sunar. Ona uymak, karşı olmak, eğik açılarla üstünden uçmak bize bağlıdır. Tao’ya, içinde ölü tomruklar gibi yüzdüğümüz, devinimi değiştirilemeyen büyük bir akarsu olarak bakmayın. Böyle bir durum, kütüklerin nehirde meydana getirdiği tıkanıklıktan başka nereye götürebilir ki bizi?
Hayır, kuşlar gibi olalım biz. Tao yağmur gönderdiği zaman şarkı söyleyen kimdir? Kış geldiği zaman ne yapılacağını kim bilir? Kim gökyüzünü eşşiz çizgilerle süsler? iİhtiyaç duyduğunda kim şarkı söyler? Kim uyumsuz olması gerektiğinde uyumsuz, uyaklı olması gerektiğinde uyaklı şiirler söyler?
317.GÜN – “YÜZÜCÜ”
Yaşam bir düş olsa da,
Öyle değilmiş gibi hareket et.
Hiçbir ağırlık taşımadan hareket et.
Yaşamın düşten başka bir şey olmadığını anlayabilirsiniz, ama bu sizi eylemde bulunma sorumluluğundan kurtarmaz. Bu düş sizin kurduğunuz bir düş olmayabilir, ama yine de onunla ilişkide olmalı ve onun parametreleri içinde eylemde bulunmalısınız. Bu sahne oyununun yapımcısı, yönetmeni ve oyuncusu olmalısınız. Aksi takdirde amaçsızca akıntıya kapılıp sürüklenirsiniz.
Meditasyon uyanmaktır. Çok azımız sürekli meditasyon hali içinde olma yeteneğini kazanmıştır. Bu nedenle bir uyanır, bir düş görürüz, sonra yine uyanıp yine düş görürüz. Aydınlanma anları yüzücülerin nefes almak için sudan başlarını çıkardıklan anlara benzer. Bir nefeslik yaşam kazanırlar, ama yine suya dalmalan gerekir.
Hepimiz nihai özgürlüğe kavuşana değin aşağı yukrı hareket ederek acılar denizinde yüzen yüzücülere benziyoruz. Ruhsallığın ilk zorluğu, gerçek anlayışla günlük yaşamın acıları arasındaki ikilemdir. Aydınlanmamız, dışımızdaki saf olmayan şeylerle çatışma içindedir. Bu yüzden bazı çömezler kendilerini her şeyden soyutlarlar. Gerçek ruhsal içgörüyü kazananlar böylesi bir bölünmeyi yaşamazlar. Onlar bu dünyada onun tarafından kirletilmeden yaşayabilirler. Onlar en güçlü ve
huzurlu yüzücülerdir. Suyu neredeyse hiç bulandırmadan eylemde bulunurlar. Eylemleri dışarıdan bakıldığında sıradan eylemlerden hiç de farklı değildir, ama yüzdüklerinde arkalarında hiçbir iz bırakmazlar.
316.GÜN – “DİNLENME”
Yılın sonu yaklaşıyor;
Büyük bir hoşnutluk duyuyorum.
Tamamlama dinlenme demektir.
Dinlenme ise yenilenme
Yenilenme ise yeni başlangıçlar demektir.
Sebat büyük bir erdemdir, ancak sebat sonuçlar olmadan geliştirilemez. Sebat, durmaksızın Sisyphos’unki gibi güç ve zahmetli bir görevle uğraşmak demek değildir. O, başlamak, ortada durmak, sonuna varmak ve sonra yeniden başlamak demektir. Yıl sonuna yaklaşıyoruz, ancak daha önce gelen bütün günlerin ve ayların tamamlanmalarını yaşamadan bu sonu bekleyemezdik.
Şeyleri bitirmeye yönelmek iyidir. Bu sadece perspektif sağlamakla kalmaz, bir sonraki iş için basamak taşı olur. Şeyler sona erdiği zaman, bu ideal bir şekilde amaçlarımızın gerçekleştirilmesi demektir. Her şeye, kafamızda belirli bir hedef belirleyerek başlamalıyız; aksi takdirde yaşamlarımız amaçtan yoksun
kalır. Amaçlarımıza ulaştığımız zaman memnun olmalı ve dinlenmeliyiz.
Ruhumuzun, eylemlerimizin önemini özümsemesi için zamana ihtiyacımız vardır. Dinlenme yenilenmeyi sağlar ve yenilenerek karakterlerimizin gücünü yeniden inşa eder, böylece geleceğimizi karşılamak için daha sağlam ayakta dururuz.
Kırlarda çiftçiler, saman balyalarını yükledikleri arabalarında sık sık şekerleme yaparlar, bilirler ki katırları onları kendiliklerinden evlerine götürür. Onlar aynı anda hem bir şeyler başarmayı
hem de dinlenmeyi iyi bilirler!
315.GÜN – “NEŞE “
Ruhsal pratikleriniz sizi mutlu ediyor mu ?
Yaşamınız neşeli bir şarkı mı ?
Ruhsal adanışa ilişkin bütün bu konuşmalarda yalın bir gerçek vardır. Yaptığınız şeyden hoşlanacaksınız. O sizi mutlu etmeli. Bu kadar çok baskının, mutsuzluğun, acının, suçun ve korkunun
ruhsallık örtüsüne bürünmesi talihsizliktir. Neden yaptığımız şeyleri salt neşeyle, coşkuyla yapmıyoruz?
Ruhsallığı uygulamak zor ve sıkıcı bir şey değildir. Bir korku sorunu da değildir. Sosyal bir gruba katılmakla ilgisi yoktur. Statüyle de hiçbir ilişkisi yoktur. Yaşamınızı kutsallığa adamış olmanız sevinç ve kutlama demektir. Meditasyon yapmak için oturduğunuzda dudaklarınıza hoş bir gülümseme yayılmalı ve coşku duygusu tüm bedeninizi sarmalıdır. Şükranlarınızı ve övgülerinizi sunmak için kutsanmış bir yere gittiğinizde, bunu haftanın belli bir günü oraya gitmeniz gerektiği ya da kutsal bir tören yapma alışkanlığınızdan değil, ilahiyete hayranlığınızı sunmanın ve yeryüzünde olmanın mucizeviliğini ifade edecek en iyi yolun bu olduğunu anladığınız için yapmalısınız.
Evet, evet, bu varoluş içinde çok mutsuzluk var. Bu mutsuzluk baştan başa uzanan olumsuzluk alanının bir parçasıdır. Yaşamda aynı zamanda olumlu şeyler de var ve ruhsallık da onların en ön sırasında. Bu yüzden ruhsal pratikleri gerçekleştirdiğimiz zaman bunu mutluluk ve coşkuyla yapalım.
314.GÜN – “SÜZÜLEREK YÜKSELMEK “
Yıllarca ritüel yaptım.
Şimdi artık ölü.
Yıllarca meditasyon yaptım.
Şimdi artık yavan.
Sonunda var olan sadece süzülerek yükselmek
Tıpkı denizin üzerinde gezinen
Ektoplazmik bir kurdele gibi.
Bir insan ruhsal olarak olgunlaştığında, artık kurallı meditasyona ya da ritüel kalıplarına gereksinim duymaz. Bu, kalıbın ve yapının gereksiz olduğunu göstermez, çünkü bunlar olmasaydı, o kişi şu anda bulunduğu bu üstünlük noktasında olamayacaktı. Ancak kişi bir kere kalıbın derslerini tümüyle içselleştirdiği bir aşmaya ulaştığında, artık yepyeni ve sağlam biçimleri doğaçlamayla serbestçe buluverir.
Ruhsallıkta, kişi sıradan kısıtlamalardan bağımsız olarak, süzülerek yükselebilir. Kendinizi okyanusa bakan yüksek bir uçurumun üzerinde hayal edin. Bedeniniz yavaş yavaş bir kurdele gibi uzamaktadır. Uzadıkça uzayarak gökyüzüne doğru dalga dalga açılıp yükselirsiniz. Önünüzde gökyüzü ve okyanusun sınırsız enginliği uzanır. İleriye doğru çekildiğinizi hissederek akıp gider, her yöne uzanan bu geniş alanda bir kurdele gibi süzülürsünüz. Bu ruhsal özgürlüktür.
Sonbahar kışa dönüşmek üzere. Bahar öteki tarafta, tıpkı ruhsal süzülmenin ritüelinin öteki tarafında olduğu gibi. Ruhsal yılınızın hangi anında olursanız olun, mevsimlerin döngüsüyle birlikte hareket edin, ta ki gökyüzüne doğru süzülerek yükselen bir ejderha gibi ortaya çıkana değin.
313.GÜN – “BUKALEMUN “
Eğer bilinmek istemezsem, bilinmem.
En iyi aktör rolü kendi benliğinden ayırabilir.
En iyi yalancı gerçeği sahtelikten ayırabilir.
İnsanlar sizi tanıdıklarını düşünürler. Çok geçmeden siz de onların size biçtiği rolü oynamaya başlarsınız. Neden başkalarını memnun etmek için belirli bir biçimde davranmak zorundasınız? Bir şeyleri içsel farkındalığınızdan ve kendi duygularınızdan kaynaklandığı için yapmalısınız. Eğer sürüye uyum sağlamazsanız, bu çok daha iyidir.
Sizi memnun edecekse değişmelisiniz. Yaşamınız esnektir. Diğer insanların sizi şekillendirmesine izin verdiğiniz sürece bağımsız olmayı öğrenemeyeceksiniz.
Bilge kişiler tüm yaşamın yanılsama olduğunu söylerler ve genellikle bundan keder duyarlar. Tao’nun yolu bu gerçeği kullanmaktır ve bu gerçeğin sizi ezmesine izin vermemektir.
Gerçek bilgeler hiçbir zaman görünüşe göre hareket etmezler. İçebakış halindeyken, kendi zihinlerinden püsküren görüntüler tarafından aldatılmazlar. Bilirler ki, gerçeğe ulaşmak istiyorlarsa öze değin inmeli, özün içine işlemelidirler.
Kendinizi tanımak istiyorsanız, yaşamın sahte görünüşlerini ayırt edebilin. Her şeyden önce, yaşamın yanılsamalara dayalı doğası sizi oyalamasın. Onu kullanın. Bu yaşamdaki her şey akıllı kişi için bir avantaja dönüşebilir.
312.GÜN – “CESARET “
Yaşamını kendi ellerine almaya istekli biri
Diğerlerinin yaşamını da almakta tereddüt etmeyecektir.
Bir zamanlar dağlara tırmanan iki arkadaş vardı. Biri şair, öteki devlet adamıydı. Bir gün derin bir vadiye vardılar, aşağıda aralığın üzerinde uzanan dar bir köprü olan devasa bir uçurum vardı.
“Hadi, aşağıya inip isimlerimizi öteki tarafa yazalım” diye öneride bulundu devlet adamı. Şair öneriyi kabul etmedi. Bunun üzerine devlet adamı tek başına cesur bir şekilde aşağıya indi, köprüden geçti ve isimlerini çok güzel bir yazıyla oraya yazdı. Ardından yine yukarı tırmandı.
“Bir gün birini öldüreceksin” diye tahminde bulundu şair.
“Neden böyle söylüyorsun?” diye bağırdı devlet adamı.
“Yaşamlarını ellerine alan insanlar başkalarının yaşamlarını almakta tereddüt etmezler.”
Cesur insandan sakının. O bir kahraman olabilir, kendi yaşamını riske atmaya can atar, ama başkalarının yaşamlarını tehlikeye atmaktan da çekinmez. Her şeyden önce, risk üstlenmeyi sever
ve bu yüzden de koruma, sevecenlik ve dikkatteki bilgeliği göremez. Böyle bir insan başkalarım tehdit eder, onları kendi istemleri doğrultusunda zorlar, hatta öldürebilir de. Bunu, önüne geçilemez bir duyguyla değil çok daha acımasız bir nedenle yapar: gerekçe göstererek. Yaptığı eylemlere mutlaka ideolojiye, vatanseverliğe, dine veya yasaya uyan bir neden bulacaktır. Cesur adam saldırıya uğradığı zaman güç, kuvvet ve güvenle ileriye atılır. Bu taşkınlık içinde ince ve görünmez olanın farkına
pek varamaz. Yaşam basit değildir ve yaşamda ustalaşmak çok zaman alır. Kim bilir belki de bu yiizden cesurlar genç, akıllılar yaşlıdır.
311.GÜN – “KÜÇÜKLÜK “
Büyük şeyler başarmaya yetenekli olabilirsiniz,
Ama yaşam küçük şeylerden oluşur.
Büyük şeyler pek nadir gelişir. Kişi büyük olan kadar küçük olanı da bilmelidir. Hep kalıcı başarılar kazanmak ve kahraman olmak arzusu duyarız, ama yaşam pek nadiren bu fırsatları tanır bize. Günümüzün büyük kısmı küçük şeylerle geçer -tekdüze meditasyonlar, sıradan bir yemek pişirme, her günkü işe gidiş gelişler, bahçede sessizce bir şeyler çizme- yaşamın büyük olayları bu küçük şeylerden meydana gelir.
Büyük jestler yapmak için pek nadiren fırsatımız olur. Şampiyon bir jimnastikçinin yaşadığı en büyük ve önemli an, tüm yaşamı içinde bir saatten fazla değildir. Büyük ressamların çalışmaları çok kısa sürelerle sergilenir. Usta bir müzisyenin en iyi kompozisyonu, müzikal sesler denizinde ufacık bir parçadır. Başarılı olmak istiyorsak, küçük şeylere özen göstermeliyiz.
Sayısız küçük fırsatlar elimizin altından kaçıp giderken büyük şeylerin gelmesi için çok uzun süre bekleme tuzağına düşmemeliyiz. Böyle yapan insanlar yaşam boyu kusursuz olmayı beklerler. Kaderin onlara karşı olduğundan, dünyanın onların büyüklüğünü anlayamadığından yakınır dururlar. Eğer bakışlarını indirseler, ayaklarının altında kıvrılan o kocaman fırsatları görebilirler. Başlarını eğecek kadar alçakgönüllü olabilseler, bilinmeyen hazineleri elleriyle avuçlayabilirler.
310.GÜN – “DOSTLUK “
Gerçek bağlarla bağlı olanlar haberleşmeye gerek duymaz.
Yıllarca ayrı kaldıktan sonra tekrar buluştuklarında,
Arkadaşlıkları her zamanki kadar sahici ve içtendir.
Uzak geçmişte, diplomatik bir görevi olan genç ve varlıklı bir devlet adamı vardı. Bir gece bir nehrin kenarında mola verdiğinde büyüleyici bir lavta sesi işitti. Kendisi de tutkulu bir müzisyen olduğundan hemen lavtasını aldı ve çalmaya başladı. Nihayet eski bir yıkıntının içinde oturan keçi çobanını buldu. O günlerde, bir aristokrat sıradan biriyle ilişkide bulunmazdı, ancak bu iki adam müzik yoluyla bir arkadaşlık başlattılar. Müzikleri akan su kadar berrak ve doğaldı.
Yılda bir kez büyükelçi ve keçi çobanı arkadaşlıklarını tazelerlerdi. Yılın geri kalan zamanlarında başkalarıyla müzik yapma fırsatı bulmalarına rağmen, her ikisi de gerçek tamamlayıcılarını bulduklarını söylüyorlardı.
Büyükelçi yıllar boyunca keçi çobanını yoksulluktan kurtarmaya çalıştıysa da arkadaşı değişmez bir şekilde her seferinde reddetti onu. Arkadaşlıklarını parayla kirletmek istemedi.
Yıllar sonra, artık saçları beyazlamış olan büyükelçi bir gün buluştukları yere gitti yine, ama arkadaşı orada değildi. Tek başına çalmayı denedi, ama melodisi sanki terk edilmiş gibiydi. Sonunda birisi geldi ve ona arkadaşının son kıtlık sırasında açlıktan öldüğünü söyledi. Bu haber büyükleçiyi büyük bir kedere boğdu. Ne kadar irnoik bir durumdu bu, arkadaşını kurtaracak kadar parası vardı ancak, onun temel değerlerini de anlıyordu. Büyük bir üzüntü içinde lavtasını kırdı. “Dostum bu dünyadan ayrıldıysa, kimin için çalacağım artık müziğimi?”
Gerçek dostluk ender rastlanan bir uyumdur.
309.GÜN – ” ÇAĞDAŞ “
Yogiler neden ölüyor bugün?
Neden artık ölümsüzler yok?
Ne oldu bütün büyücülere?
Melekler neden yeryüzüne inmiyor?
Çağdaş bir yogi tarafından yazılan bir kitapta, yazarın belirli bir günde bu dünyadan ayrıldığı belirtiliyor. Kutsal bir insanın ölümünün bilinmez olduğunu, ya da birbirini izleyen pek çok kuşak boyunca o kutsal kişinin görüldüğünü, hatta o kişinin mezarından kalkıp dirildiğini söyleyen kutsal yazılarla nasıl da tezat oluşturuyor böylesi bir şey!
Bugün, bütün kutsal kişiler ölüyor. Kimse aziz olarak tanınmıyor ve doğaüstü artık dikkate alınacak bir konu değil. Neden? Çünkü insanlar artık böyle şeylerin doğruluğuna inanmıyor.
Çağımızın, mistik olanın artık önemini kaybettiği bir çağ olduğunu kabul ettiğimizde, hala ruhsal olabilir miyiz? Önceden olduğumuzdan daha fazla ruhsal olmamız mümkündür. Ruhsallığın sıradışı olduğu ve sadece görkemli yogiler ile ölümsüzler için olası bir şey olduğu düşüncesinden kurtularak, biz de ötelere ulaşabilir ve onlar kadar ruhsal olabiliriz. En üst anlayış düzeyleri hiçbir insanoğlundan özünde men edilmiş değildir. Eğer arıyorsak, o zaman bulacağız. Sonsuza kadar yaşamayabiliriz, ölümden kaçamayabiliriz, ama kutsal insanların geçmişte yaptıklarını anlayabiliriz.
308.GÜN – ” RUH “
“Müzik ruhumu canlandırdı.”
İnsanlar neden ruhtan konuşmanın anlaşılması güç ve belirsiz olduğunu düşünürler? Ruhun, fark edilmesi zor bir şey olduğunu söyler ve ruhsallığın sıradan günlük yaşam içinde anlaşılmasının çok güç olduğuna inanırlar. Ama biz hep ruhtan konuşuruz: “Bu tablo ruhumda bir şeyler uyandırdı.” “Ruhumu doyurdu.” “Buranın bambaşka bir ruhu var.” “O insanın kocaman bir ruhu var.” Bu da, en azından sezgisel olarak, ruh denilen bir şey olduğunu hissettiğimizi gösteriyor.
Kendilerini özellikle ruhsal olarak bilinçli görmeyen insanlar bile ruhla ilgili deneyimler yaşamışlardır. Biz onu ince, görünmeyen, özel, saydam ve fiziksel yasaların ötesinde ayrı bir şey olarak biliriz. Ruhla ilgili ne yapmamız gerektiğini başkalarına bırakalım, ancak “müzik ruhumu canlandırdı” gibi bir şey söylediğinizde kastettiğiniz ruhu bir düşünün.
Sizin o ruhunuz kutsamanın mı ya da yeniden doğuşun mu konusu oluyor? Veya sizin o ruhunuz sadece orada mı? O bizim en ince, görünmeyen ve en derin insanlığımız değil mi? O ayrımsayan, duyumsayan bir bilinç değil mi? O yumuşaktır, saldırgan değil, değil mi? O dolap çevirmez, politik değildir, hırslı değildir ve şeytan değildir, değil mi? Ruhumuz, günlük yaşamımızın bir parçasıdır ve biziz.
307.GÜN – ” ZAMBAK “
Uyuyan çiçek soğanı, çay-lekeli parşömenin derisi,
İncecik latif filizleriyle suya ulaşır –
Upuzun yeşil sürgünleri ortaya çıkaran köklerdir.
Bir zambak soğanı gelecekteki bitkinin merkezidir, içinde büyüme ve gelişme için gerekli her şeyi barındırır. Suyun üzerine bırakıldığında, önce suyu iyice içine alabilmek için beyaz kökleriyle aşağılara uzanır. Ancak o zaman açılmaya ve harika yeşil sürgünler çıkarmaya başlar. Yaşamda da böyledir. Güzelliği ortaya çıkarabilmek için derinlere kök salmamız gerekir.
Çoğu insan kişinin yaşamında güçlü bir temeli olması gerektiğini kabul ederken, şimdi biz burada daha çok birebir bir yorumdan söz ediyoruz. Tao’yu izleyenler bedenin bütün merkezleri üzerinde meditasyon yapmaya inanırlar. Ruhsallığı, tümüyle zihne yönelik bir şey olarak düşünmek yanlış olur. Aslında tam tersi. Kişi bedenin bütün bölümlerinden yükselen kendi hakiki enerjisiyle derin bir bağlantı kurmalıdır. Kişi, cinsel organlar bölgesinden gelen, kendi cinsel enerjisiyle uyum içinde olmalıdır. Kişi, daha dengeli olmak için bacaklarının (başka kim bizi sürekli kaldırabilir ki?) farkında olmalıdır. Aşağıdakiler yukarıdakiler için temeldir. Aşağıdakiler müthiş bir enerjinin kaynağıdır.
Bu nedenle, meditasyon yaparken, bedenin ve zihnin tüm bölümlerine odaklanan yöntemleri öğrenin. Hareket ederken, ayaklara dikkat edin. Eylemde bulunurken, diğerleri ile iyi bir bağlantı kurduğunuzdan emin olun. Öğrenirken, temel kuralları iyice belleyin. Eğer bunu yaparsanız, en yüksek potansiyelinize ulaşıp gerçekleştirebilirsiniz.
306.GÜN – ” ZAFER “
“Başlamak için emekle.
Tamamlamak için zafer kazan.
Ayrılmak için vazgeç.”
Yaşamın herhangi bir aşamasının anatomisi nedir? Önce üstünlük ve ustalık kazanmak için acemice bir mücadeleyle dolu öğrenme aşaması gelir. Sonra kendinizi yarışma içinde deneme aşaması gelir. En sonunda sahadan emekli oluş aşaması gelir, çünkü sürekli rekabet her zaman devam edebilecek bir yaşam biçimi değildir.
Rekabet hep dikenli bir sorun olmuştur. Doğru, çünkü yapabileceğinizin en iyisini yapmanızı talep eder sizden. Bir konuda ustalaşıp onu hiç kullanmamak yabancı dil öğrenip evinizden hiç ayrılmamaya benzer. Eğer kazanmayı başkalarını alt etmek gibi dar bir anlamda ele alırsak, tehlikeli bir bencillik içine düşeriz. Kazanma bir ulaşma, erişme olarak düşünülmelidir. Örneğin, eğer yüzmeyi öğrenirseniz, bu sizin kendi bilmezliğinize ve tembelliğinize karşı bir kazanımdır. Eğer bir yarışmaya girip kazanırsanız, bu başkaları üzerinde kazanım değil, kendinizde en iyisini başarmanızdır. Diğer yarışmacılar ikincil bir öneme sahiptir; nerede durduğunuzu bilmeniz, konumunuzu sağlamlaştırmanız, bunun ötesinde başarılar aramanız daha önemlidir. Bu gerçek zaferdir.
Uygun ölçüde zafer ruha verilecek en iyi kuvvet ilacıdır. Aşırı ölçülere varan zafer, ruhu aşındırır. Payınıza düşen zaferleri elde ettikten sonra çekileceğiniz zamanı iyi bilin. En üst noktaya ulaştığınızda yarışmaktan vazgeçin. Sonra tekrar başlayın. Bu, yaşamda bir aşamadan bir aşamaya ilerlemenin sırrıdır.
305.GÜN – ” VAROLUŞ “
Meditasyon topyekûn bir varoluş biçimidir.
Birçok insan meditasyonu anlamaz ve bu yüzden de onu reddeder. Onu kabul edenler bile bazen onu eksik anlar. Kimileri onu bir rahatlama egzersizi olarak düşünür; diğerleri onu ruhsal bir mezhep gibi olarak görür. Meditasyonun günlük dilde yaygın olmayan bir sözcük olması gerçeği bile talihsiz bir durumdur, çünkü bu onun garip bir şey olduğu görüşünü kuvvetlendirir.
Meditasyon bir varoluş durumudur. O bir yaşam, mevcudiyet biçimidir. Anlatması zor olan şey, meditasyonun kişinin yaşamının tüm düzeylerinde aynı anda görülen bir eylem olmasıdır. Örneğin, herkesçe bilinen “göbek deliği üzerinde tefekkür”ü ele alalım. Eğer bu uygulama doğru biçimde yapılırsa, ortaya çıkacak sonuçlardan bazıları şunlardır: İyi bir sindirim, bağırsakların daha iyi çalışması, denetimin artmasıyla birlikte cinsel gücün gelişmesi, canlılığın artması, kan dolaşımının ve iştahın artması, duyguların istikrar kazanması, daha sakin bir zihin, derin ruhsal gerçeklerin anlaşılması ve tümüyle mutlulukla dolu bir varoluş durumunun içine alınma.
İnsanların, tek bir eylemin bağırsakların daha iyi çalışmasından ruhsal mutluluğa kadar değişken kesintisiz bir bütünü içine alabildiğini kabul etmeleri çok zordur. Yine de meditasyon bu kadar olağandışı olmasaydı, nasıl olurdu da insanların yaşamında bu kadar değerli bir yere sahip olabilirdi?
304.GÜN – ” KEHANET “
Kehanet nasıl
Düş gücünü aşabilir?
Yaşamınızda girişeceğiniz çok cesurca bir eylemi düşünüyor olabilirsiniz. Bu aşkta şansını denemek olabilir. Yeni bir işe başlamak için dünyanın bir ucundan öbür ucuna taşınmak olabilir. Yeni bir icat yapmak için daha önce biraraya getirilmemiş şeyleri biraraya getirmek olabilir. Düşündüğünüz şey size öyle şaşırtıcı gelir ki, onu yapıp yapmamakta tereddüt edersiniz.
Geleneksel olarak, insanlar kehanete başvururlar. Herhangi bir kehanet sistemi size gerçekten yardım edebilir mi? İster kaplumbağa kabuğu, civanperçemi sapları, kristal küreler, ister medyumlar olsun, “oradaki” bu güçler size gerçekten bir garanti verebilecek midir? Kehanete güvenmek demek yaşamınız üzerinde denetimi kaybetmek demektir. Aynı zamanda sorumluluktan kaçmaktır da -bir şeyler yolunda gitmiyorsa bunun sizin hatanız olmadığını söyleyebilirsiniz.
Hayal gücüne dayalı eylem yaşamda çok önemlidir. Onsuz daha az insanız. Hayal gücünün ortaya çıkması için kararlılık ve denetime gereksinimimiz var. Bu iki öğeye sahip olamadığımız taktirde, yeni bir şeyleri ortaya çıkarmak için gerekli yoğunlaşmayı gösteremeyiz. Yaşamlarımızın gidişine karar verme hakkımızı, bilinmeyenin sunduğu belirsiz yatıştırıcılığa bırakmamalıyız. Bize çekici gelen her yeni olasılığı keşfetmeli, akılcı bir şekilde hareket ederek, niteliklerimizin gücünü artırmalıyız.
303.GÜN – ” YAŞLANMA “
Sis ve kar dünyayı örer.
Sıska ağaçlar incecik buzla kuşanır.
Taş anıtın altında bir çift güler,
Ama diken diken olmuş çitin arkasında,
Pelerinli bir kadın ağıt söylüyor.
Yaşlılık yalnızdır.
Gömdüğüm düşler yakamı bırakmaz.
Bu harmanı omuzlamaya hazır mıydım?
Kaygısız bir gençliğin üstünü örttü o.
Şimdi ne annem babam, sevgilim ne de arkadaşlarım var,
Ve büyük ün ilkyaz yaprakları kadar uzak.
Sevgili gençler, hiç yaşlanmayı düşünür müsünüz? Eğer düşündüyseniz, zamanınıza çok daha fazla değer verebilirsiniz. Sevgili yaşlı dost, hiç geçmişini düşünür müsün? Tabii ki düşünürsün. Doğru şeyler yapıp yapmadığını merak ediyorsun.
Bu yaşam ne kadar da ironik! Ne kadar müthiş bir bağın içine doğuyoruz! Gençken, yaşlılığın kasvetini anlamıyoruz. Yaşlıyken, zaman içinde geriye dönüp gitmemize izin verilmiyor. Canlılığın özgürce akıp gittiği zamanlarda, yeteri kadar bilge olamıyoruz. Bilgelik kazandığımız zaman, yazgı bizi harekete geçemeyecek kadar zayıflatıyor.
Tao’yu izlemenin amacı iyi uyumlanmak olmalı. Tao’nun sırrı yaşlılığa zerafetle nasıl geçileceğini bilmektir. Evet, biliyorum. Ama ben hala onun keskinliğini ve dokunaklılığını düşünüyor olamaz mıyım? Tam bir insan olabilmek teslimiyeti bilmektir.
302.GÜN – ” OLGUNLUK “
Ölümsüzlük bilgeliği doğurmaz.
Yalnızca ölümlülüktür bilgeliği doğuran.
Bu dünyada, birçok yaşama yetecek kadar çok macera yaşamış insanlar vardır. Onlar bize ölümsüzlerle ilgili en yakın fikri verir. Öte yandan bu insanların bazıları insanı umutsuzluğa düşürecek kadar olgunlaşmamışlardır. Ne de olsa, yaşam ne zaman onlar için zorlaşsa yeni bir yola yöneldiler ve şans ile bu yeni yol her zaman zengin ve verimli oldu. Yaşam öyle kolay geldi ki, hep bir porsiyondan fazla aldılar.
Ne yazık ki, olgunluk yalnızca ölümlülük düşüncesinin verdiği gözdağından kaynaklanır. Baskı olmasaydı plan yapamaz, aklımızı kullanamaz ya da özenli olamazdık. Bir şeyi başarmak, varlığımızın değerli olduğunu kanıtlamak için çok az zamanımız olduğunun farkındayız ve bu nedenle daha çok çaba gösteriyoruz. Ölümsüz biri hiçbir zaman bu çabayı anlayamaz.
Ölüm bizi motive ediyor. Başarısızlıktan korkuyoruz. Bu gizemli, bazen de düşman dünyayla barış yapmalıyız. Ölümsüz biri bunlardan hiçbiriyle uğraşmaya gereksinim duymazdı. Ama biz ölümlüler gerek duyuyoruz…
301.GÜN – ” BİRLİK “
Duvarları yıkarsam, bahçeyle kuşatılırım.
Seti yıkarsam, sele kapılırım.
Meditasyon yaşamdan ayrılmamalıdır.
Tao’yu izleme vazifesi benlikle dış dünya arasındaki tüm ayrımları ortadan kaldırmak demektir. Şeyleri, içerde dışarda, öznel nesnel diye etiketlemek yalnızca kolaylık sağlamak içindir. Aslında, sadece başlangıç aşamalarındayken izlenecek bir Tao’dan söz etmeliyiz. Çünkü gerçek aydınlanma, izlenecek bir Tao olmadığının, lakin kendimizin Tao olduğumuzun farkına varmaktır.
Bu anlayış basitçe bir duvarın yıkılmasının, bu yaşamda bizi Tao’dan ayıran içsel bir şeylerin olduğuna ilişkin yanılmış kanaatın kırılmasının arkasından gelir. Duvar bir kez yıkıldı mı, Tao’nun seline kapılırız. Biz Tao’yuzdur.
Bu anlayışa ulaştıktan sonra meditasyon yapmaya devam edecek miyiz? Hala devam ederiz, ancak o artık yalnız ve yalıtılmış bir eylem değildir. Yaşamın bir parçasıdır, nefes almak kadar doğaldır. Kendinizi, sizinle Tao arasında bir fark olmadığı ve meditasyonla “sıradan” eylemler arasında bir fark olmadığı anlayışına getirebilirseniz, Tao’yla bir olma yolunda doğru bir şekilde ilerliyorsunuz demektir.
300.GÜN – ” DÜZELTME “
Merkezde saç kılı genişliğinde bir sapma
Kenarda yüz millik bir hataya neden olur.
Çaba bu kadar az olduğunda,
Bir şeyleri doğru hale getirmek için neden tereddüt ediyorsunuz?
Tao’yu anlamak için gayret gösteren birçok insan vardır. Büyük bir içtenlikle, müzik dersleri alırlar, kutsal yazıları okurlar, yabancı dil öğrenirler, beslenme üzerine çalışırlar, kıyafetlerini değiştirirler ve tapınaklara giderler -bütün bunları Tao’ya ulaşmak ümidi içinde yaparlar. Ne yazık ki, bunu bir saç kılı farkıyla kaçırırlar. Çünkü bir insanın Tao’yu anlamaya başlaması için birisinin ona kıvılcım vermesi gerekir. Bu belki de doğrudan nakletme denen şeydir. Garip görünebilir, ama Tao’nun bilgisinin tek iletilme yolu budur.
Kitabi bilgi yararlıdır ve insana derin, teorik bir arka plan sağlar, ancak Tao’nun gerçek kavranışı kişiden kişiye iletilebilmesiyle mümkündür. Başka bir yol yoktur.
Bu yüzden, gerçek bir Tao anlayışına ulaşmışsanız bunu birinden almışsınız demektir. Eğer bu kıvılcıma gereksinim duyan biriyle karşılaşmışsanız ve onu verebilecek durumdaysanız, o zaman verin. Bencil olmayın. Yol göstericiye ihtiyaç duyan ama bulamayan birçok insan vardır. Bir tek kişide bile bir farklılık yaratabiliyorsanız, gerçekten muazzam bir meziyete sahipsiniz demektir.
299.GÜN – ” VAR OLAN “
Sis dünyayı belirsiz bir resme dönüştürür.
Yakındaki ağaçlar bile yarı görünmez olur.
Ama yalnız bir karga bağırmayı kesmez:
Bu rüyanın içinde olmaya karşı çıkar.
Bilgeler bize defalarca bu dünyanın düşten başka bir şey olmadığını söyleyip durmuşlardır.
Sisin, dağların ve vadilerin görüntüsünü bulanıklaştırdığı, ağaçların ve köy evlerinin yarı saydam hayaletler gibi göründüğü puslu sabahlara uyandığımızda, biz dahi onlara katılabiliriz. Aynı yarı belirsiz serabı Vermont’un tepelerinde görmemiş miydik? Ya Yangtze Nehri vadisinin boşlukları? Paris’in sokakları? Anılar düşlerle birleşip gerçekliği hayaller dizisine dönüştürmez mi?
Dünya, kaçışı olmayan bir düştür. Bu durgun düşte, bağıran bir karga vardır. Hiş susmaz. Mezar sessizliğindeki şafak vaktinde, her şey sanki donmuşken bu kuş çığlığını sürdürür. Belki o da aynı düşün farkına varır, protesto eder.
Eskiler dış gerçekliği hayali olarak ele alır. Ama bir de iç gerçeklik vardır. Bazılarımız bu varoluşun koşullarını hemen kabul etmez. Görmek için gözlerimiz var, ancak bu varoluşsal yanılsamayı yalanlamak için sesimiz de var.
298.GÜN – ” BASAMAKLAR “
İnsanlar ruhsal yolda yürümeye başladıklarında, bütün kuralları öğrenme kaygısına kapılırlar. Bu anlaşılır, hatta gerekli bir şeydir. Çoğunlukla kendimizi düzeltmek, doğru bir hale getirmek için sert önlem ve ölçeklere ihtiyaç duyarız.
Ancak dogmatizm ruhsallık değildir. Bazen, kurallara karşı gelmek gereklidir. İş, gerçekten o doktrinin ruhunu yakalayan bir yol bularak doktrinleri aşmaktır. Bir Tao takipçisi olarak insan işte ancak bu noktada olgunlaşır.
Bir sonraki basamak tam bir yaratıcılıktır. Doktrininizi öyle içselleştirmişsinizdir ki, onu düşünmenize gerek olmadığı halde yapacağınız her şey kendiliğinden doğru olacaktır. Bundan sonra yazılı olmayan, ancak kendi kendinize keşfedeceğiniz pek çok aşama vardır.
Tao’yu izleyenler bütün insanların gelişme aşamalarından geçtiklerini bilirler. Birçok kişi içinde yer aldıkları ruhsal topluluklarını aştıkları zaman onları terk etmek durumunda kalırlar. Tao’nun yolu ise öyle bir şekilde kavranır ki kişi asla onu aşıp geçemez. Kişi belirli bir basamağı geçebilir, ancak bu gerçekleştiği zaman, ardından yeni bir basamağa gelmiş olur. Bu şekilde, Tao’yu izlemek her zaman yenileyici ve vazgeçilmezdir….
297.GÜN – ” ÖZ “
Bir keşiş ile bir koca arasında ne fark vardır?
Bir rahip ile rahip olmayan bir kişi arasında ne fark vardır?
Bu dünyanın felaket ve acıyla dolu olduğunu kabul ediyorum.
Ve mutluluk bana geldiğinde onun keyfini de yaşıyorum.
Tao’yla birlikte olduğun sürece, ayrımlar gereksiz.
Ruhsal yola girmiş bir kişi kendini beğenmemelidir. Bu kişiler sıradan insanlardan daha fazla aydınlanma şansına sahip değildir. Sıradan kişi kutsallığa aday kişiyi küçümsememelidir; günlük yaşamda öylesine çok yoldan çıkarıcı vardır ki, maneviyatı yaşayabilmek kolay değildir. Açıkçası, ne dinsel olarak inisiye olmak, ne de ruhban sınıfına ait olmamak, kişinin Tao’yu bulup bulamayacağının belirleyici faktörü değildir. Kimlikler yalnızca yolda kazanılır.
Olduğumdan başka biriymiş gibi görünmeye gereksinimim yok. Algılarımla ilgili güvensizliğe kapılmama da gerek yok. Kendi kendimi yetiştirmek ve eğitmek için yapmam gereken, aslımı kusursuzlaştırmaktır, olduğumdan başka biri olmak değil.
Bana inanılmaz bir doyum sağladığı için ruhsal olanı izliyorum. Cehennem tehditleri, korku, cehalet ve acı nedeniyle izlemiyorum.
Yaşamın üzüntülü ve mutlu yanları vardır. Hepsini kabul ediyorum. Yaşamın sakin, yansız ve son derece dingin anları vardır. İşte bunlar benim aradığım anlardır. Onlar, bu varoluşun sayısız fenomenleriyle bana yolumu sunarlar. Kendimi dünya nimetlerinden elini çekmişlerle ve rahiplerle karşılaştırmıyorum. Bırakın onlar kendi hayatlarını yaşasınlar. Ben, kendi hayatımın keyfini yaşıyorum.
296.GÜN – ” GELİŞME “
İşleyen bir kapı menteşesi asla pas tutmaz.
Akan su asla durağan olmaz.
Yaşamınızın sonbaharında bile gelişmeden vazgeçemezsiniz. Vazgeçerseniz, yalnızca düşüşü davet etmiş olursunuz.
Kişinin beden, zihin ve ruh gibi farklı yönlerinin ortak bir özelliği bize ilham verir: Bunlar işlemezlerse büyümeleri durur. Büyümeleri durduğunda körelmeleri başlar. Bu nedenle, ne kadar şey başarmış olursanız olun ve kaç yaşında olursanız olun, tüm parçalarınızı çalışır durumda tutmalısınız.
Bizler sadece bize meydan okunduğunda büyürüz. Kaslar direnç olmaksızın gelişemezler. Zihinsel yetenekler eleştirel düşünce olmaksızın keskinleşemez. Ruh, onu coşturan bir şey olmadıkça yükselemez. Sürekli yeni şeyler denemek büyük çaba gerektirir gibi görünse de, bu çabayı harcamazsanız çıktığınız yükseklikten çabucak düşersiniz. Fiziksel idmanların zaman zaman yeni çalışma yöntemleri uygulayarak sürdürülmesi, zihinsel ve ruhsal meydan okuyucuların sürekliliği, yaşlanmanın getirdiği güçsüzlükten uzak kalmak için gereklidir.
Yaşlanmayı tümüyle tersine çeviremeyiz, ancak onu yavaşlatabiliriz. Canlı, zinde ve diri olduğumuz sürece, çok fazla sıkıntı çekmeyiz. Yaşlanma doğal olmasına karşın, kimi zaman Tao’yu izlemek, kolay çözüm yolunu seçmekten daha fazlasını ifade eder. Neden yaşlılığa, hastalığa ve kocamışlığa sürüklenelim? Kendi kendine meydan okumak da sağlam ve geçerli, fakat zor bir yoldur. Bu gibi durumlarda, Tao kolay olanı değil zor olanı seçer.
295.GÜN – ” ÇÖZÜMLER “
Aramaktan korkma;
Araştırma yoksa keşif de yoktur.
Kısmi çözümlerden korkma;
Denemeler olmadan
Tamamlama da yoktur.
Kararsızlık ve erteleme yıkıcı alışkanlıklardır. Bir projeye başlamak için mutlaka en küçük bir ayrıntının bile kusursuz hale gelmesini bekleyen ya da kısmi çözümlerle uzlaşmaktan hoşlanmayanlar en az mutlu olan insanlar arasındadır. Bir işe başlayan kişinin tüm ideal şartları elinin altında bulması pek nadirdir. Aksine her durumda belirsizlik vardır. Bilge kişi başka herkes için anlaşılmaz olan durumlardan en büyük yararı çekip alan kişidir.
Harekete geçmeden önce yaşamda her şeyin kusursuz olmasını istemek, yolculuk yapmadan varılacak yere ulaşmaya benzer. Tao’yu izleyenler için, yolculuğu her anı varılacak yer kadar önemlidir. Bir adımın ardından öteki adım: Tao’nun bilgeliğinin merkezi budur.
Siz iştirak etseniz de etmeseniz de günler geçip gider. Eğer dikkatli değilseniz, yıllar geçip gidecek ve siz yalnızca pişmanlıklarınızla başbaşa kalacaksınız. Bir sorunu tümüyle çözemeseniz bile, en azından girişimde bulunun. Sorunlarınızı daha kolay baş edilebilir küçük parçalara bölün, bu sayede kazanıma doğru belirgin bir ilerleme kaydedersiniz. Eğer her şeyin daha önceki planlarınıza göre mükemmel bir şekilde konumlanmasını beklerseniz, o zaman sonsuza kadar beklemeniz gerekebilir. Ama dışarıya çıkıp yaşamın akışıyla uyum içinde çalışırsanız, başarının küçük küçük şeylerin üst üste birikmesiyle kazanıldığını anlayacaksınız.
294.GÜN – ” OTURMAK “
Kedi güneşte oturur.
Köpek çayırda oturur.
Kaplumbağa kayada oturur.
Kurbağa nilüfer yaprağının üzerinde oturur.
Peki insanlar neden bu kadar akıllı değiller?
Tao’yu izleyenler hayvanların bilgeliğinden söz etmekten hoşlanırlar. Güneşin altında kıpırtısız uzanmış bir kediyi ya da yukarıya doğru uzattığı başını aynı kıpırtısız pozisyonda tutan bir kaplumbağayı gördüklerinde, bu hayvanların meditasyon yaptıklarını söylerler. Onlar hareketsiz kalarak içsel enerjilerini korumayı bilirler. Yararsız eylemlerle israf içinde olmak yerine enerji toplamak için kendi içlerine çekilirler.
Meditasyona bir çeşit garip dinsel bir eylem etiketi yapıştıran sadece insanlardır. Gerçek durum ise böyle değildir. Uyuduğumuzda, kendimizi bir kitaba kaptırdığımızda ya da “gündüz düşlerine” daldığımızda ve etrafımızda neler olup bittiğini fark edemeyecek denli bir düşüncenin veya imgenin içinde kaybolduğumuzda meditasyona benzer şeyler yaşanır.
Meditasyonu sıradışı bir şey olarak düşünmek için bir neden yoktur. Tam tersine; meditasyon bizim sahip olabileceğimiz en saf ve en doğal ifademizdir. Bir dahaki sefere, kıpırtısız uzanmış bir kedi ya da köpeğe baktığınızda ve onların bu hareketlerinin doğallığına hayran olduğunuzda, kendi yaşamınızı düşünün. Günlük programınızın bir parçası olduğu ya da bir öğretinin sizden talep ettiği bir şey olduğu için meditasyon yapmayın. Meditasyon yapın, çünkü bu doğal bir şeydir.
293.GÜN – ” İNTERVAL “
Soğuk körfezin üzerinde yedi kaz dümdüz bir hat açarak ilerlerler,
Aralarındaki uzaklık sürekli eşittir,
Sivri kanatları, sanki bir eksendeymiş gibi savrularak vurur:
Bugün, dünle yarın arasındaki en makbul andır.
Her sabah, bir şeylere yepyeni, taptaze bir başlangıç demektir. Eğer dün, zahmetli, bıktırıcı, yorucu bir gün olduysa, bugün farklı bir şeyler yapmak için verilmiş bir fırsattır. Eğer dün zafer ve doyumla dolu olduysa, bugün, onu daha da ileriye götürmek için sunulmuş bir şanstır. Hepimizin, neredeyse her zaman yaptığı şey, sabah uyanıp o günkü programımız üzerine düşünmek ve oyunu aynı renksiz, sıkıcı metine uygun oynamamız gerektiğini kabul etmektir. Bunu kabul etmek zorunda değiliz. Eğer her güne özgü olanı yakalarsak, mümkün olan en büyük doyuma ve ferahlığa kavuşuruz.
Tao’yla ilişkimizden zamanlama ve konumlandırma açısından bahsetmiş olmamıza rağmen, dönemler arasındaki intervalleri net bir şekilde ayırt edip anlamak da bir o kadar önemlidir. Kazlar, dinamik bir denge kurabilmek amacıyla birbirleri arasında mükemmel bir şekilde ayarlanmış bir mesafe bırakırlar; biz de günlük olayların arasında geçen zamana aynı şekilde uymalıyız. Eğer biz de, tıpkı kazların yaptığı gibi, bu anlarla, birbirimizle, mevsimlerle birlik içinde hareket edersek, o zaman Tao’yla tam bir uyum ve birleşme içinde oluruz.
Bugün, dünle yarın arasında asılıdır. Dün başlamış olduğumuz şey bugün de devam edebilir, kesintiye de uğrayabilir. Yarın için istediğiniz şey bugün yerine getirilebilir ya da yok edilebilir. Her sabah yeni bir gündür. Bu gözlem basmakalıp görünecek kadar basittir. Eğer basit olanı gözlemleyebilirsek, Tao üzerinde çalışmamıza ihtiyaç kalmaz.
292.GÜN – ” DENGE “
Yaz, çimenleri sarartıp soldurdu,
Yaprakları kavurup kağıda döndürdü,
Göller kuruyup çatlak kil halini aldı.
Soğuk sonbahar pek de rahatlatmadı ortalığı
Yalnızca yıkıntıyı kırağı ile kapladı.
Ancak erken gelen hafif yağmurlarla,
Toprağın yarıkları yumuşadı
Kurumuş bitkiler çözünmeye başladılar.
Yavaş yavaş, denge yeniden kuruldu.
Pek çok kültür yaşlıları birçok kış yaşamış kişiler olarak tanımlar. Yaşlılar birçok döngünün gelip gittiğini görmüşlerdir ve onların bilgelikleri yaşamın yükseliş ve inişini uzun süredir gözlemlemelerinden kaynaklanır.
Eğer uzun vadeli bir bakış açımız varsa, o zaman dengeye doğanın işleyişi sürecinde ulaşıldığının farkına varırız. Doğa sadece bir düzeye bağlı kalarak denge kurmaz. Tersine, elementler ve mevsimler sürekli sıra ile birbirini izlerler. Denge, Tao tarafından tanımlandığı biçimiyle, statik değil üst üste gelen ve birbirinin yerini alarak değişen dinamik bir süreçtir; bazı evreler alabildiğine aşırı görünse de, diğerleri tarafından dengelenir.
Her şeyin bir yeri vardır. Her şeyin bir mevsimi vardır. Denge, olaylar devredip dönerken, burada olanı, gelmekte olanı ve bununla nasıl kusursuz bir uyum içinde olunacağını bilmektir. Ancak bundan sonra kişi meydan okunamayacak bir yücelik haline ulaşabilir.
291.GÜN – ” İLERLEME “
Meditasyon gücünü yitirmeye başlayınca,
Hemen yöntemleri değiştirin.
Tao’yu izleyenler için, ömrümüzün sonuna kadar uygulanacak bir meditasyon yöntemi diye bir şey yoktur. Tao’nun her şeyi değişir ve akar, meditasyon da aynen böyledir. Durağan bir disiplin değil, aksine ruhsal yaşamın sürekli gelişen bir aracıdır. Başlangıçtakilerin kendilerine göre bir meditasyonu vardır, ilerlemişlerin de kendilerine göre. Basit insanların meditasyonları basittir, karmaşık insanlar ise onları tamamen meşgul edecek meditasyonlar uygulamak zorundadır.
Ne çeşit bir insan olursanız olun, belirli bir içe dalış yönteminin tüm potansiyelini tükettiğiniz zamanlar olur. Her şeyden önce, bir yöntem yalnızca isteğe bağlı keyfi bir yapıdır, buna rağmen vakıf olmaya çalıştığımız bilinçaltı sonsuz, değişebilir, ele avuca sığmaz bir şeydir. Bu nedenle, bir yöntemin işi bittiği zaman bir başkasını denemelisiniz. Bazı zamanlar sadece yöntemler arasında geçişler yapmak yeterlidir; diğer zamanlarda ise daha üst meditasyon aşamalarına geçmeye gereksiniminiz olacaktır.
Kendinizi huzursuz hissediyorsanız, bu ruhsal yolda tümüyle olgunlaşmadığınızın işaretidir. Meditasyonun en üst aşamalarında zihin tam bir dinginlik durumundadır. Bu halde iken, insan hiç bir şey duyumsamaz, hiçbir şey düşünmez, hiçbir şeyden kaygılanmaz. Meditasyon özünü yitirdiğinde, sizin bu dinginliğe ulaşmanızı önleyecek bir zihin meşguliyeti var demektir. Bu yüzden, huzursuzluğun doğal olarak ortadan kalktığı ve geride sadece dinginliğin kaldığı güne kadar, değiştirirsiniz.
290.GÜN – ” DÖNÜŞÜM “
Yıllar önce beni yaraladın;
Yaralarım yıllarca kanadı.
Şimdi geri döndün,
Ama ben artık aynı ben değilim.
Geçmişte savaşçılar akupunkturcuların kullandığı noktalara vurarak dövüşürlerdi. Ünlü bir kılıç ustası, rakibinin ona bu şekilde saldırdığı bir düelloda ölümcül derecede yaralanmıştı. Bu olaydan sonra, kılıç ustası bir gezgin olmaya karar verdi ve dövüş yaşamından elini eteğini çekmeye çalıştı. Yıllar sonra rakibi onu buldu ve tekrar düello yapmaya davet etti. Dövüştüler. Darbelerin ilk fırtınası içinde, rakibi şaşkınlıkla birkaç adım geri attı. Kılıç ustası gülümseyerek şunları söyledi: “Yirmi yıldır zayıf noktalarımı değiştirmek için eğitim kendimi.” Bunu gerçekleştirerek sonunda zafere ulaşabilmişti.
Ruhsallık bir içsel iyileşme sürecidir. Geçmişin yaralarını tümüyle keşfedip iyileştirmediğimiz sürece, kendini geliştirme yolunda en büyük engeller halini alabilirler. Bu iş yıllarca sürebilir, ancak bunu başarmak zorundayız.
Çoğu kez, öteki insanlar -düşmanlar yaralar bizi. Bu görünmez incelikte bir şeydir. Düşmanlarımız sokaktaki diğer insanlar olabildiği gibi bize çok yakın insanlar; anne babalarımız, öğretmenlerimiz, kardeşlerimiz, sevgililerimiz, arkadaşlarımız da olabilir. Ancak bu yaraların sebebi kendi zayıflıklarımızdır. Kendimizi dönüştürerek en başta bizi savunmasız ve zayıf hale getiren şeyleri değiştiririz.
289.GÜN – ” BİRLEŞME “
Güneşi al. Kalbine koy.
Ayı al. Göbeğine koy.
Büyük ayıyı çiz.
Kuzey yıldızıyla birleştir.
Tanrıların çok uzaklarda olduğu görüşünden onların içimizden kaynaklandığı görüşüne ulaştık. Eskiden onlarla ilişkimiz dikey olarak görülüyordu: İnsanlar ikincil konumda, tanrılar en yüce yerdeydiler. Hiçbir çaba harcamadan bu bakış açısının, feodal tanımlamaların ve çocuksu duyguların bir yansıması olduğunu görebiliriz.
Buna karşıt olarak, Tao’yu izleyenler tanrıların var olmadığını söylerler.
Bunu kafirce bir söz olarak düşünenler ana noktayı gözden kaçırıyorlar. Aslında, Tao’yu izleyenler, ilahi olanla bölünme olmadan kesintisiz ilişki kurmaya çalışıyorlar. Birlik durumuna ulaşmaya çalışıyorlar.
Eğer insanlar Tanrıyla birlik iseler, bundan onların arasında bir bölünme olmadığı sonucu çıkar. Onlar arasında bir bölünme yoksa o zaman onlar tanrıdır, tanrı da onlar. Bu, bir insanın, tanrıların inanışa göre muktedir olduğu her şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Aksine, onlar ilahi ve kutsal olanla ilgili olarak ayrımların, korkuların veya belirsizliklerin olmadığı bir oluş ve anlayış durumuna ulaşırlar.
Bu nedenle biz bazen yıldızları kendi varlığımıza taşıyarak tefekkür ederiz. Tao’yla birleşmek isteriz. Özünde, biz Tao oluruz, Tao da biz.
288.GÜN – ” UFUK “
Gözle görülen bir köşeden bir diğerine çizilmiş tek bir çizgi.
Gölgelere sıkıca bağlanmış beyaz bulutlar.
Yakın çevrede olan önce ufukta görünmelidir.
Bize gönderilenin her zaman bir kaynağı vardır.
Yaşam, pek çoğumuz için olduğu gibi, düzensizlik ve karışıklığın kötü bir parodisi olmak zorunda değildir. Kişi böyle olduğunu düşünüyorsa, bunun hemen hemen her zaman iki nedeni vardır: Kişi ya hala doğru bakmıyordur, ya da bilinç seviyesi alçaktır.
Tao’yu izleyenler kendilerini yüksek bilinç noktalarında konumlarlar. Yaşam onları hiçbir zaman şaşırtmaz. Bugün yaşamlarında ne varsa, onu günlerce önceden görmüşlerdir. Ufukta ne görünüyorsa, onun için sakin bir şekilde hazırlanırlar. Böyle insanlara bilge denir, bunun nedeni onların özel yeteneklerinin olması değil, şeyleri yüksek bir noktadan görmeye özen göstermeleridir.
Tao’yu izleyenler aynı zamanda bütün fenomenlerin bir kaynağı olduğunun farkındadırlar. Tıpkı yerde gölgelerinin görünmesinin nedeni bulutların dünyayla güneş arasında hareket etmesi olduğu gibi, bizim dışımızdaki olaylar da zihinlerimizde görünen izler bırakırlar. Zihinlerimizdeki bir tepki, bir dış olay tarafından oluşturulan bir gölge gibidir.
Bu tür fenomenleri, onların gelişini görebileceğimiz bir yerde durduğumuz zaman açıkça anlayabiliriz. Onları, sadece onları nasıl hissettiğimizi göz önüne alarak değil, aynı zamanda onların dışsal formlarına bakarak, hatta onların kaynaklarını görmeyi deneyerek ele almalıyız. Böyle yapmaya özen gösterirsek, hiçbir şey bizi yıldıramaz.
287.GÜN – ” TAMAMLANMA “
Tutkular, kariyer, aile ve günlük kimlik dış tekerleğe benzer. Bütün farklı yetenekler ve zihnin derin yönleri tekerlek çubukları gibidir. Bilinç, her şeyi bir arada tutan tekerleğin göbeği gibidir. Göbeğin merkezinde -bizim evrensel gerçekliğe açılan yönümüz- boşluk vardır.
Biz, bütün ve tam değiliz. Belki daha gençken kaçırdığımız fırsatlar yüzündendir bu, belki de eğitim ya da deneyim eksikliğinden. Nedeni ne olursa olsun, içebakış yoluyla bizde eksik olan şeyi bulmalı ve tamamlamaya çalışmalıyız.
Tamamlanmış bir tekerleğin uzun bir dönüş ömrü olacaktır. Bizim benliklerimiz de, bir kere bütünleştiğinde, sonuna değin ruhsal özlemlerimize hizmet edecektir.
286.GÜN – ” EĞİTİM “
Başkalarına aktarma konumundaysanız, hiçbir şey saklamadan öğretmelisiniz. Bilgiyi tutmaya ihtiyacınız var mı? Yaşamın sırrını birbiri ardına on kere söyleyebilirsiniz, sır yine de güvende olacaktır. Her şeyden önce sır yalnızca onu kendi yaşamlarında gerçekleştirmiş insanlar tarafından bilinebilir, onu yalnızca işitenler tarafından değil.
Bazıları aktarırken sınırlar koyarlar. Kendileri akıl almaz bir zorluk içinde öğrenmişlerdir, buna karşılık olarak başkaları için de bunu zorlaştırıyorlardır. Bunun ötesinde, öğrencilerinin kendilerini geçmelerinden korktukları için her zaman bir takım ipuçlarını ellerinde tutarlar.
Ne gereksiz bir tutumdur bu! Bir öğrenci, rehberi yeteneklerinin azalmasına izin vermediği sürece nasıl olur da eğitmenine meydan okuyabilir? Tarafsız bir şekilde ve bilgiyi kendinize saklamadan öğretmelisiniz.
İç gücünüzü geliştirdiğiniz zaman, o artık içinizde birikmeye başlar. Fakat garip bir durum yaşanır. Onu sonsuza değin tutamazsınız. Bunu yapmaya çalışırsanız, ruhsal enerji sizi yıkıma uğratır. Onu doğru bir şekilde -başkalarını iyileştirmek, başkalarına aktarmak, onlara rehber olmak için- kullanırsanız, enerji gitgide güçlenerek sürekli kendini dolduran bir kuyu gibi yeniden ortaya çıkacaktır. Ne kadar çok verirseniz, kazanımlarınız artar. Ne kadar çok kendinizi değil de başkalarını düşünürek aktarırsanız, benliğiniz o kadar çok gelişir.
285.GÜN – ” PARLAKLIK “
Ay, gün ortasında parlar.
Usta, insanları kutsar.
Alçakgönüllülük iyidir, ancak bazen uygun değildir. Kendi özel alanı içinde kendi kendini yetiştirmek iyidir, ancak bazen o da uygun değildir. Neden? Çünkü insan hiçbir zaman başkalarına yardım etmek için girişimde bulunmazsa ve modern zamanlarda spiritüel olmanın olası olduğunu göstermezse, o zaman insanlar inançlarını yitirirler. İnsanlar ruhsal bir ustayı dinlemeye gittiklerinde, kendini küçümsemeyi duymak için gitmezler. Onlar örnek olanı görmek için giderler.
Geçmişte ustalar, insanların kendilerini görmeleri için dağlardan inerlerdi. İnsanların arasına dönerek, ruhsallığın geçerliliğini pekiştirirlerdi. Kalabalıklar arasında yürüyerek, diğerlerinin de kendilerini eğitmeleri için esin kaynağı olurlardı. İlişkide oldukları insanlara yardım ederek, diğerlerinin yaşamlarıyla doğrudan bağlantı kurarlardı. Kendi kendini yetiştirmek ve ilahi olan üzerinde yoğunlaşmak iyidir, ancak insanın türdeşlerini hatırlamasının gerektiği zamanlar vardır.
Varlığıyla çevresini aydınlatan bir insan, gün ortasındaki ay gibidir -bu öylesine parlak bir durum ki, normalde saklı olan en parlak ışığı bile gölgede bırakır. Ustaların insanlar arasında yürümeleri de böyledir. Varlıklarıyla, yollarına çıkanları aydınlatır ve mutlu ederler.
284.GÜN – ” ÇEVRE “
Güçleriyle, karmaşıklıklarıyla, kültürleriyle, tarihleriyle, içindeki yerleriyle ünlü metropolitan bölgeler vardır. Bu bölgeler aynı zamanda ruhsallığın merkezi olamazlar. Onlara sadece açık gözlerle ve açık bir yürekle bakmanız gerekir. Kutsal bir şey burada nasıl kök salabilir ki?
Trafiğin gürültüsü hiç bitmez. Günün ya da gecenin bir saatinde, bu dikkat dağıtıcı gürleme, bu içten içe süren titreme ve sallantı, ince ve görünmez olanı bozar. Hava temiz değil, toz ve kurumla doludur. Özellikle sıcak havalarda, çürüyen çöpün kokusu binalardan dışarı taşar. Toprak nefes alamaz, betonun, asfaltın, çeliğin ve hurdanın altında havasızlıktan boğulmuş gibidir.
Buralarda yaşayan bazı insanlar maneviyatla ilgilenir. Bu şehir ortamında yüksek düzeylere ulaşmanın olası olup olamayacağını bilmek isterler. Böylesi bir şehir ortamında tümüyle farkındalığa ulaşmak olası değildir. Çünkü farkındalığı yaşamak özel bir psikolojik duruma ulaşmak demektir. Bu da sessiz bir gelişme ve eğitilme, ince ve görünmez olanın bilgisini gerektirir. Şehrin kükreyişi oradaki tek şeyken, ilahi olanın şarkısı nasıl duyulabilir ki?
283.GÜN – ” SÜRE “
Bazı keşişler bir oturumda onaltı saat meditasyon yaparlar. Bazıları bağdaş kurmuş bir durumda öyle uzun bir süre otururlar ki, ayaklarının yanlarında nasırlar oluşur. Bazıları bedenlerini dik tutmak için desteklere ihtiyaç duyar ya da uyuduklarında çenelerinde hissettikleri acıyla uyanmak için çenelerini yerde duran sivri uçlu sopalara dayarlar. Bu özenilecek bir hal midir ?
Meditasyonun uygun bir süresi olmalıdır. İnsan doğru yöntemleri bulduğunda, bunlar yaşamın geri kalanından soyutlanmış bir eylem olarak görülmemelidir. Tao’yu izleyenler meditasyonu vazgeçilmez ve zaruri olarak görürler, ama özel ve dışlayıcı olduğunu düşünmezler. Bu varoluşun asıl noktası yaşamaktır ve tüm yaşayan varlıklar hareket eder ve büyür. Bu nedenle meditasyon yaşamın akışıyla bütünleşmeli, öteki şeyler üzerinde egemenlik kurmamalıdır.
Bunun bir istisnası vardır. Bu da kişinin kendiliğinden, doğal olarak uzun bir meditasyon dönemine girmesidir. Bu dönem bazen saatlerce, hatta günlerce sürebilir. Böylesi bir meditasyon zoraki bir oturuşla yapay olarak başlayan meditasyonla aynı şey değildir. Bu tümüyle farklı bir meditasyon biçimidir. Kişi artık evrenle birliktedir ve meditasyon bir eylem olmaktan çıkar. Doğal bir ifadeye dönüşür.
282.GÜN – ” ODAK “
İki satranç oyuncusu karşılaştıkları zaman izleyiciler ciddi ve ağırbaşlıdırlar. Herkes neyin söz konusu olduğunu anlar. Herkes ustalara tam bir sessizlik ve yoğunlaşma ortamının tanınması gerektiğini bilir. Ancak sıra insanların meditasyonla ilgili tutumlarına gelince, gürültülü sokakların, düşüncesiz oda arkadaşlarının, kötü kokuların ve kirli odaların hiçbir etkisi olmadığı düşünülür. Ne de olsa meditasyon çevresel gerçeklerden boşanmış sadece zihinsel bir eylem değil midir?
Eğer böyle olsaydı, meditasyon salonları olmazdı. Böyle olsaydı, teselli bulup rahatladığımız mekanlar olmazdı. Böyle olsaydı, insanlar gizli bahçelerin sessizliğini aramazlardı. Meditasyon ek olarak yapılan tamamlayıcı bir eylem değildir. Salt rahatlama ve stres atma değildir. O bireyin insanlığına odaklanmasının yollarından biridir.
Meditasyonda başarılı olmak istiyorsak, doğru bir ortamda yapmalıyız. Havanın temiz olduğu, doğaya yakın ve rahatsız edilmeyeceğimiz yerlere ihtiyacımız var. O zaman dinginlik, huzur, sessizlik haline geçebiliriz. Eğer bir satranç oyuncusunun kesintisiz odaklanmaya duyduğu gereksinimi anlıyorsak, meditasyonumuzun da tam bir özene gereksinimi olduğunu anlayabiliriz.
282.GÜN – ” ODAK “
İki satranç oyuncusu karşılaştıkları zaman izleyiciler ciddi ve ağırbaşlıdırlar. Herkes neyin söz konusu olduğunu anlar. Herkes ustalara tam bir sessizlik ve yoğunlaşmış ortamının tanınması gerektiğini bilir. Ancak sıra insanların meditasyonla ilgili tutumlarına gelince, gürültülü sokakların, düşüncesiz oda arkadaşlarının, kötü kokuların ve kirli odaların hiçbir etkisi olmadığı düşünülür.
Meditasyon ek olarak yapılan tamamlayıcı bir eylem değildir. Salt rahatlama ve stres atma değildir. O bireyin kendi ruhuna, insanlığına odaklanmasının yollarından biridir.
Meditasyonda başarılı olmak istiyorsak, onu doğru bir ortamda yapmalıyız. Havanın temiz olduğu, doğaya yakın ve rahatsız edilmeyeceğimiz yerlere ihtiyacımız var. O zaman dinginlik, huzur, sessizlik haline geçebiliriz. Eğer bir satranç oyuncusunun kesintisiz odaklanmaya duyduğu gereksinimi anlıyorsak, meditasyonumuzun da tam bir özene gereksinimi olduğunu anlayabiliriz.
281.GÜN – ” İŞLENMEMİŞ “
Çocuk yetiştirmek kolay değildir. Her zaman örnek vermek, örnek olmak zorundasınız. Bazen hem çocuğun hem de onu yetiştirenin, çocuğun yetişkinin yaptığı bir takım şeyleri yapmaması gerektiğini anlaması önemlidir. Bu riyakarlık değildir. Bu bilgeliktir.
Bir zamanlar babasının öğütlerine, “Siz de aynı şeyleri yapıyorsunuz” diyerek tepki gösteren bir çocuk vardı. Baba çocuğu bir tapınak figürleri heykeltraşına götürdü. Avluda büyük kafur ve gül ağacı blokları vardı. Stüdyonun içinde, farklı yapım aşamalardaki figürlerden, üzerinde hala keski izleri duran heykellerden, parlak renklere boyanmış ve yaldızlanmış şaheserlere kadar, kimi bitmiş, kimi yarım pek çok heykel duruyordu.
“Senden daha yaşlıyım” dedi baba. “Bundan dolayı şekillendirilmesi bitmiş heykellerden birine benziyorum. Başardığım şeyler de var, yanlışlarım da. Bir heykel bitirildiği zaman, artık onun kollarının şeklini değiştiremeyiz.
“Ama sen oğlum tıpkı avluda şekil verilmeyi bekleyen bakir tahta parçaları gibisin. Benim yaptığım hataları tekrarlamanı istemiyorum, bu yüzden de bir takım şeyleri yapmanı istemiyorum. Bak bana. Evet, bazı şeyleri hala yapmaya devam ettiğimi söylüyorsun. Peki bu sana, bir hata bir kez içimize kazındıktan sonra onu tamamıyla silip atmanın ne kadar zor olduğunu göstermiyor mu? Beni taklit etme ve benim yaptığım hataları da yapma. Ancak o zaman benden daha güzel olabilirsin.”
280.GÜN – ” ÖLÇÜ “
Doğum günleri, yıldönümleri, anma günleri
Yoldaki ilerleyişimizi ölçer.
Kaç yaşındasınız? Geriye baktığınızda tatmin olduğunuz bir yaşam yaşadınız mı?
Ne kadar zamandır kendinizi adamış bir durumda yaşıyorsunuz? Geçmiş yaşamınız bu anlamda kesintisiz bir gelişme içinde miydi?
Önemli bir dünya olayından bu yana ne kadar zaman geçti? Dünya ortak iyiyi yaratmada bir yol aldı mı?
Bugün özel bir gün mü? Geçmiş dönüm gününden bu yana neler yaptınız?
Her geçen gün, yolda bir kilometre taşıdır. Eğer yola yeni başlıyorsanız, o zaman geçmişteki bir yılı, on yılı ya da onlarca yıl süren azim dönemlerini kararlı bir şekilde hatırlayacağınız günü hevesle beklemek iyi bir şeydir. Eğer bugün bir yıldönümünün getirdiği bir mihenk noktasındaysanız, o zaman ilerleyişinizi sürdürdüğünüz zamanı nasıl değerlendirdiğinizi ölçün ve memnunluk duyun.
Tao’yu izleyenler doğum günlerini kutlamazlar, yola başlayışlarının yıldönümlerini tutmazlar. Tao’yu izlemenin kesintisiz bir akış olduğunu, takvimle bozulmaması gerektiğini söylerler. Akışta boşlukta yürüyen gezginler gibidirler, ne gidecekleri yoldan, ne mesafeden, ne de zamandan dolayı kaygılanmazlar.
Bizlerse henüz bu saf kendiliğindenlik düzeyine ulaşamadık. Çünkü biz hala yolda ayağımızı basacak güvenli bir yer sağlamaya çalışıyoruz. Dönüm noktalarını, kendimizi cesaretlendirmek ve ilerleyişimizi ölçmenin bir yolu olarak değerlendirmek yararlıdır.
279.GÜN – “DİNGİNLİK”
Dünyanın işlerine kimileyin örtük olarak kırmızı toz diye değinilir. Bu, dünyayla bağlantının bir kenara itilmesinin kolay olmadığını, aynı şekilde ona tutunmanın da zor olduğunu ifade etmektedir. Meditatif bir bağımsızlık bulmaya çalışabiliriz, fakat dünyanın uyarımları zihinlerimizi kasıp kavurmaya devam ettiği sürece meditasyonun gerçek dinginliği olanaksızdır.
Kendimizi dünyanın zorluklarının dışında tutarsak, doğal olarak oradan ne bir yaklaşım ne de bir uyarım gelecektir. O zaman zihin dingin kalacaktır. Dingin zihin varoluşun en üst hallerine muktedirdir.
Şüphesiz, sıkıntı ve keder yaratan kaynaklardan, tehlikelerden, fiziksel baştan çıkarıcılardan ve günlük yaşamın ayak bağlarından tümüyle uzak durmak bunu başarmanın bir yolu olabilirdi. Eğer bunu yapmaya hazırsanız ve bu seçeneğe sahipseniz böyle yapmalısınız. Çok kısa bir sürede tatmin ve mutluluk duyacaksınız. Ancak bu dünyada bir süre daha kalmaya zorunluysanız ve hala huzur sanatını yaşamak istiyorsanız, daha mikrokozmik bir ölçekte geri çekilmeyi denemelisiniz. O zaman dinginlik en azından kısa sürelerde olasıdır.
278.GÜN – ” TARİH “
Yürürken derin bir kasvet hissettiğiniz yerler vardır. Eski savaş alanlarında durum böyledir. Burada insanlar ölmüştür. Kararlılıklarının, cesaretlerinin, adanmışlıklarının gücü hala çınlar.
Böyle yerleri her ülkede bulabilirsiniz. Bu topraklar değerli olsalar bile, genellikle kimse oralarda bir yapı kurmak istemez. Ölülerimizi unutmak istemediğimizi söyleriz. Onlar için anıt yapılması gerektiğini söyleriz. Diğerleri de bu tür yerlerin insanı son derece rahatsız ettiğini, canlıların ölülerle birlikte yaşayamayacağını söylerler.
Tarih şimdiyi anlamamız için gereklidir. İnsan olarak zaman içinde bu noktaya nasıl geldiğimizin bilincinde olmazsak, şimdiyi ve geleceği planlayamayız. Hangi kaynakların ve köklerin hala canlı olduğunu bilmeliyiz. Olayların neden öyle geliştiğini bilmeliyiz ki bundan sonrasını şekillendirebilelim. Aynı zamanda, geçmişte yapılan hataları da bilmek zorundayız ki aynı şeyleri tekrarlamayalım.
Tarih her zaman görkemli değildir. Tarihimiz kimi zaman dramatiktir. Bunu kabul etmeliyiz. Bu yaşamda insanlar birbirine korkunç şeyler yapmaktalar. İyi ve güçlü adına yaşamamız gerekiyorsa, mümkün olduğu kadar çok geçmiş bilincimiz ve köklerimize dair temellerimiz olmalıdır.
277. Gün ” BÜTÜN “
Bu tavukların sunuluş biçiminden nefret ediyorum.
Hepsi plastik bir torba içinde paketlenmiş
Başsız ve ayaksız;
Boyun, yürek, ciğer ve taşlık
İçindeki boşluk doldurulmuş.
İnsanların niye birbirlerinden kopuk olduklarına şaşırmamalı.
Geleneklere bağlı insanlar yiyecek için alışveriş yaptıkları zaman hayvanı bütün olarak görmek isterler. Kişisel ilişkilerin daha önemli olduğu ve yeryüzüne yakınlığın bir yaşam biçimi olduğu kültürlerde, insanların yiyecekleriyle de bütün bir ilişki içinde olmayı istemeleri şaşırtıcı değildir. Yiyeceklerini satın alırlar ya da yetiştirirler, onları toplar, temizler ve pişirirler -sonunda da şükran duyarak yerler. Yiyecekleri karşısında duygusal değillerdir -pratik anlamda yaşamak için kurban etmek gerektiğini anlamak gerekir- ancak yine de onlar varlıklarını sürdürmeleri için ölene şükranlarını sunarlar.
Bugün yiyeceklerimizle bütünsel bir ilişki içinde değiliz. Onların yetiştiği yerleri görmeyiz, mevsiminde yetişmeyen şeyler yeriz, tanımadığımız kişiler tarafından yapılmış hazır yiyecekler satın alırız. Yiyeceğinizi tanımanın, nereden geldiğini bilmenin, onu kendi ellerinizle hazırlamanın müthiş bir gücü vardır. O yiyecek, ister hayvan olsun ister bitki, bize gıda olmak için yaşamını vermiştir. En azından bu yemeğe saygıyla ve daha iyi katılabiliriz.
Günümüzde yaşayan insanların kendini soyutlanmış hissetmesi oldukça sık rastlanan bir şey. İnsanlar arkadaşları olmadığından, sahici deneyimler yaşayamadıklarından, kim olduklarını bilmediklerinden yakınırlar. Yiyeceğimiz besin ve onu yeme biçimimiz bile bütünsellikten yoksunsa, yaşamlarımızın geri kalanında bütünlüğü nasıl hissedebiliriz?
276. Gün ” AY “
Gümüş disk: Bırak sana tanrıça diyeyim-
Sen, ki yansıtan yüzünle.
Bu gece, bütün gecelerin içinde, en mükemmel biçimdesin,
Varlığın yüce.
Bunu sen de biliyorsun. Henüz güneş batmadan ortaya çıkarsın,
Gecenin elbisesini giymeden de mükemmelsin,
Büyük bir görkemle gözlerini dikip aşağı bakıyorsun,
Bu ruhsuz dünyayı pastoral kılmak için.
Hasat ayı var gökyüzünde. Gecenin kraliçesi en kusursuz yuvarlaklığı içinde, yılın başka herhangi bir zamanından çok daha yakın bize.
İnsanlar bu geceyi pek çok nedenden dolayı kutlar. Bazıları için ayın güzelliğinin tadını çıkarma zamanı ve onlar tatlılar, şarap ve çayla onun şerefine kadeh kaldırıyorlar. Diğerleri içinse gevşeyip rahatlama ve hasat için şükranlarını sunma zamanı.
Ay Festivali kadınların festivali, onların ibadet zamanı. Hasat ayı, serin karanlığın yazın parlak sıcaklığının üzerinde yükselmesini sembolize eder. Bu bize evrendeki eşitliği anımsatır: ışık ve karanlık, dişi ve erkek, sıcak ve soğuk, sert ve yumuşak- tüm bunlar bütünsel bir dengenin parçası.
Eğer kadınsanız bugün sizin ritüel ve kutlama geceniz. Bir erkekseniz kenara çekilip eşlerinize, annelerinize ve kızkardeşlerinize yalnız kalmaları için fırsat verme geceniz. Ama hepimiz için, bizler sonbaharın zenginliklerine şükran duyabilir ve yaklaşmakta olan soğuklar için hazırlıklara başlayabiliriz.
275. Gün ” ANLAŞILMAZLIK “
Tao hakkındaki yazılar özellikle üstü örtülü ve anlaşılmazdır.
Neden? Çünkü yazarlar Tao’ya değer verirler.
Yolun saygınlık sağlaması zordur.
Tembeller başka yere bakar,
Azimli olanlar zenginlikleri bulurlar.
Bir zamanlar eksantrik bir hattat şöyle demişti: “Sıradan bir insan çalışmalarımı beğenince ürperiyorum. Eserlerimi anlaşılmaz bulduklarında ise memnun oluyorum.”
Tao hakkında yazılanların anlaşılması her zaman kolay değildir. Geçmişte pek çok kez, uzun eğitim almış rahipler bile kutsal yazıları doğru yorumlama konusunda zorluklar yaşıyorlardı. Bu nedenle bazıları Tao’yu izleyenleri mesafeli ve elitist olmakla suçladılar. Gerçekte, Tao hakkında yazanlar yalnızca Tao’ya çok değer verdikleri ve saygı duydukları için anlaşılmazdırlar. Onlar Tao’nun bilgisinin yalnızca onu anlayıp değerini bilecek olanlara ulaşmasını istiyorlardı. Onlar Tao’yu, bir amacı olmayıp sadece meraklı olanlara sunarak kirletmek istemiyorlardı. Eğer dünyadaki herkes Tao’nun değerini anlayabilecek olsaydı, o zaman Tao’nun bilgisi herkese serbestçe verilebilirdi.
Aslında, ustalar zaten bütün sırları başkalarına aktardılar bile. İrfan ve anlayışlarını bize iletmek için gösterdikleri sevgi dolu kararlılıklarıyla, mesajlarını bize anlatmaya çalışarak kendilerini yıpratıp tükettiler. Yaşamın sırları zaten tüm kutsal kitaplarda yazıldı. Onlar henüz birer sır, çünkü onları gerçekten okumak için zaman harcamıyoruz.
Çamurdaki mücevherleri görebilir misiniz?
274. Gün ” YALNIZLIK “
Ne önümde antik bilgeler,
Ne de arkamda takipçilerim var:
Sadece bu dağlık terasta
Yerin ve göğün enginliği var.
Gökler bilse de nihai olanı,
Neşe de, keder de bizim seçimimizdir.
Yapayalnızız bu yaşamda. Kimse bizim yaşamımızı bizim için yaşayamıyor. Ne bir uyuşturucu, ne de bir büyü, bir an için bile olsa, bizi kendi yaşamımızdan çekip alamaz. Bunu reddedebiliriz, ama bir yararı yok: Tek başımızayız burada, her değerli anı kendi irademize göre yaşamak için.
Eskilerin gelenekleri ve bıraktıkları örnekler bizim için yararlı olabilir, ancak sonuç olarak onlar sadece referanslardır. Benzer bir şekilde bizim arkamızdan gelecek olanların düşünceleri de sadece bir değerlendirmedir. Önemli olan varoluştur, saf varoluş. Olduğunuz şeyi, kendinizi kabul edin. Neyseniz o olun.
Göklerde tanrılar varsa, belki onlar geleceği biliyorlardır. Bir insan olarak ise, ben geleceğin henüz yapılmakta olduğunu söyleyebilirim. İlerleyelim ve geleceğimizi oluşturalım, ancak elimizden geldiğince güzel yapalım. Güzellliğin ve iyiliğin derecesi özgür irademiz ve kişiliğimizin kusursuzluğuyla belirlenir. Bu nedenle, kötü talih ve zorluklardan yakınmayın. Kederli ya da mutlu olmanız tamamen sizin elinizdedir.
273. Gün ” HELEZONLAR “
Üç ince enerji akımı:
Yeşim taşından sütunun etafındaki çift helezon.
Bu parıldayan mevcudiyet
Yaşamın gücüdür.
Derin bir meditasyonda iken yaşam gücünün farkında olmak mümkündür. İçinize bakmayı öğrenirseniz bunu görebilirsiniz. Bu gücü elektrik, güç, ışık ya da bilinç olarak tanımlamak bir ölçüde doğrudur. Ancak bu tanımlar yetersizdir. Onu kendiniz görmelisiniz. Kendiniz hissetmelisiniz. Kendi kendinize bilmelisiniz.
Onun huzurunda olmak ilksel, gizemli, doğal ve derin bir şeyin önünde olmak gibidir. Onun huzurunda olmak, tüm referansların sessizleşmesine, tüm duyuların zayıflamasına yol açar ve geride sadece derin bir huşu bırakır. İnsan son derece büyük bir hayranlıkla ona doğru çekilir. O bizim pervaneye benzeyen bilincimizi ateşleyen güçlü bir alevdir.
Kendi etrafına sarılan bu enerji kolonu gelişimimizin tüm devrelerini içine alır. Bizim ruhumuzdur o; bizi canlandıran ve bize farkındalık kazandıran güçtür. Yaşamınızı tümüyle faal ve bağlantılı kılmak ve dolu dolu yaşamak istiyorsanız bu iç güce uymanız çok önemlidir. Onunla uyum içinde olduğunuz zaman insan olmanın dinamikleriyle sarmaş dolaş olacaksınız.
272. Gün ” KARARLILIK “
Bayan kelebek,
Sizi bir hafta önce görmüştüm.
Şimdi geri geldiniz,
Aşığınızla beraber,
İkili uçuşlarla,
Ve sarmal teğetlerle:
Kim bilir kaç kez
Sevinçle döndünüz!
Efsanelerde aşık kelebeklerle ilgili bir öykü vardır. Birbirlerini öyle çok seviyorlardı ki, öldükleri zaman bile yürekleri inançla birbirine bağlıydı. Kendilerini birbirlerine adamalarının onuruna Tanrı onları kelebeğe dönüştürdü ve her yeniden doğuşta birlikte geri gelmelerine izin verdi.
Her birimiz sevdiğimiz herkese ve herşeye bu denli kararlılık ve sadakat ortaya koyabilsek…
271. Gün ” BAĞLILIK “
Genç kız çelik tellerde halk ezgileri çalar,
Cırcır böcekleri keşişler gibi şarkı söyler.
Ben sonbahara ait bir hoşnutluğa yürüdüm,
Genç bir adamsa yol gösterici arıyordu.
Birisi yolda epeyce ilerlemiş olabilir, ancak tüm içtenliğiyle yol gösterici arayan bir acemiyle karşılaştığı zaman hiç tereddütsüz ona yardım etmelidir. Eğer böyle birisi size gelecek olsaydı ona ne söylerdiniz? Ben bugün böyle birine şunları söylerdim:
“Başlama zamanı en değerli zamanlardan biridir. Son derece heyecanlı ve muhteşem bir gelişimle dolu olabilir. İlk yapılacak şey bu uzun yolda gitmeye karar vermektir.
“İlk başladığım zaman, bir yaşam boyu sürecek bir söz verdim. Öğretmenimden en az yedi yıl boyunca öğreneceğime karar verdim. Bugün yedi yıldan fazla bir zaman geçti, ama temel unsur hala aynı: Verilen söz.
“Ancak verilen sözün ve bağlılığın sürdürülmesi için başka şeylere de gereksinim vardır. Disiplin gerekir. Bu, bir şeyler zorlaştığı zaman sabırlı, gayretli olmak demektir. Sıkıntılı durumlar yaşamın kişiyi deneme ve kusursuzlaştırma yoludur. Böyle olmasaydı kişiliğimizi geliştiremezdik.
“Pirinç değirmende un haline getirilirken ızdırap çeker. Yeşim taşı yontulduğu zaman kayba uğrar. Ama ortaya çıkan şey özel bir şeydir. Siz de özel olmak istiyorsanız, şeyler zorlaşsa bile onlara bağlı kalabilmelisiniz.”
Bağlılık ve disiplin – bunlar Tao’yu arayanlar için en değerli kelimelerden ikisidir.
270. Gün ” SÜPÜRMEK “
Altın renkli şafak kursu mor renkli uçurumları çevreler.
Yaşlı kadın tapınağın merdivenlerini süpürmek için eğilir.
Her taşı sevgi dolu bir özenle yıkar.
İbadet eden kaç kişi onun yaptığı işin farkındadır ki ?
Şafakta muhteşem bir tapınağa gittim. Tapınağın mimarisi insan ruhunu öylesine üstün bir düzeyde yansıtıyordu ki, bir hazineydi adeta. Kuşaklar boyu ibadet edenler onun kutsal bölümlerine adaklarını bırakmış, yüzlerce rahip onun kutsanmış topraklarında aydınlanmaya ulaşmış, binlerce insan onun saygıdeğer salonlarında yaşamda ve ölümde kutsanmıştı.
Oysa ben basamakları sessizce süpüren yaşlı kadından gözlerimi alamıyordum. Konsantrasyonu mükemmeldi. Kendini adamışlığı aşikardı. Dikkat ve titizliği tamdı. Onun hiç fark edilmeyen eylemi gerçek kutsal bir ruhu gösteriyordu.
Günün sonraki saatlerinde, tapınağa varlıklı insanlar geldi. Parlak renkli oyuncaklarıyla çocuklar tapınağın gri taşlarında koştu. Başrahip töreni başlatmak üzere öne doğru yürüdü. Rahipler sessizce dua ederek geçtiler. Bu geçenlerin hepsinden, acaba kaçı kendi adanmışlıklarını mümkün kılan bu kutsal hizmetin farkındaydı ki?
Yürüyeceğimiz tek bu yol ise, yolu hazırlayanlar içtenlikle onurlandırılmalılar.
269. Gün ” TEVAZU “
Ayakkabı bağınızda bir düğüm oldu mu hiç?
Onu açmak için eğilmek zorundasınız.
Yaşamdaki zorluklar hepimizi etkisi altına alır; hepimiz talihsizliklere karşı kendi tarzımızda tepki gösteririz. Bazıları yenilip pes eder, bazıları şiddete, sertliğe başvurur. Bazıları kararlılıklarını sürdürür, bazıları hileye başvurur. Genel olarak bakıldığında, zorluklar kişiyi yere serer.
Tao’yu izleyenler zorluklarla karşı karşıya kaldıklarında tevazu ile davranırlar: Duruma uyum gösterirler. Onun önünde eğilir, bir çözüm bulana değin durum üzerinde yoğunlaşırlar. Ne aşırı güç uygularlar ne de uysalca kadere razı olurlar. Durumu inceler ve dikkatli bir şekilde çözerler. Tıpkı ayakkabınızdaki düğümü çözmek için eğildiğiniz gibi, onlar da rehberlik bulmak için eğilirler.
Uysal ve güvensiz olduğumuzda tevazu bile hata olabilir. Bazı insanlar o kadar mütevazi olurlar ki, kendi kendilerini baltalarlar. Yeteneklidirler, ancak kişilikleri öylesine bölünmüştür ki, potansiyellerini yaşama geçiremezler. Bu nedenle alçakgönüllülüğün bile sınırları olmalıdır. İşe yarar. Diğer bütün şeyler gibi, o da doğru biçimde uygulanmalıdır.
268. Gün ” DOĞA “
Bilgi yükünden sırtım kamburlaştı.
Gözlerim tarihin sözleriyle bulanıklaştı.
Kuşatılmış olsam da bilgiyle,
Yine de karşılaştıramam doğanın kusursuzluğuyla.
Öğrenme pek çoğumuzun paylaştığı bir tutkudur. Eğitimin büyük bir çekiciliği vardır ve uygarlığın başardıklarına büyük bir hayranlık duyarız. Kütüphanelere ve müzelere gideriz. Kralların mezarlarından çıkarılanları gösteren sergileri gezeriz. Yeni keşiflerle büyüleniriz. Yine de, penceremizden dışarı bakıp da kusursuzluğu içinde bir ağaç gördüğümüzde veya bir akıntıyı seyre daldığımızda, tembel tembel gezinen bir kediyi izlediğimizde ya da mavi bir alakarganın parıltısını gördüğümüzde, bu yaşamdaki bambaşka bir güzellik düzenini ve zeka düzeyini görebiliriz.
İnsanlığın yarattıkları doğanınkilerle karşılaştırılamaz. Uygarlığın ürünleri doğanın denge ve arılığına sahip değildir. Başarılarımız pek çok kez saf olmayan güdüler; kar, zorluklar, ün arzusu ve basit açgözlülükle lekelenir. Bir şeyler başarırız, ancak sonuçlarını öngöremeyiz, çünkü eylemlerimizi daha geniş bir bağlama oturtamayız.
Doğa birbiriyle çekişen güçlerin, dişle pençenin, zehirle parfümün, çamurla dışkının, yumurtayla kemiğin, şimşekle lavın bir araya gelmesiyle oluşan bir bütündür. Karmakarışık görünür. Ancak, bütün bu anlaşılmaz işleyişine karşın, bizim toplumumuzda yapılan işlerin çok üstündedir.
Yaptıklarınızı düşünün. Ne kadarı doğanın mükemmelliğiyle karşılaştırılabilir?
267. Gün ” USÜL ”
Yaşlı bir adam granit bir basamakta oturur.
Çok değerli bir gitarı alır eline.
Teller duyguyla çarpar.
Kalbini açmak için dinleyiciye ihtiyacı yoktur.
Bir çocuk hevesle onun usulünü öğrenmek ister.
“Usül mü?” diye sorar adam yavaşça. “Benim usülüm yaşamın uzun yolundan, kalp kırıklıklarından
Ve neşeden ve sevilen insanlardan ve yalnızlıktan
Savaştan ve onun zulmünden
Doğan bir bebekten
Gömülen ana babalardan ve arkadaşlardan
Oluşmuştur.
Benim ölçüm büyük ayının yedi yıldızıdır
Gitarımın boşluğu
Cennet ve yeryüzü arasındaki mekandır.
Sana nasıl usülümü gösterebilirim?
Sana ait genç bir yaşamın var.”
Yaşamda herkesin bir usûlü vardır. Yaşlıların perspektifi vardır. Gençlerin gücü ve enerjisi. Birbirimizden öğrenebiliriz, ancak öteki kuşakların edinmiş olduklarına sahip olamayız. Herbirimiz kendi kuşaklarımız ile biçimlendik ve zamanımızın sınırlamalarını aşmak gerçekten nadir görülen bir şey.
266. Gün “TAKDİR ETMEK “
Güneş bugün on iki saat içinde doğdu ve battı.
Kemerli dallardan altın armutlar topladık.
Kırsal tapınağa ulaşan bin basamağa tırmanarak,
Tanrılara adaklarımızı sunduk.
Gece indiğinde, sıcak bir dostluk içinde oturduk.
Hilal şeklindeki ay da bize eşlik etti.
Gümüş örgülü nehirden aldığımız suyu,
Toprak kapta kaynamaya bıraktık.
İyi bir çay demlemek kolay değildir,
Ama bu çaydanlığın saygıdeğer bir tarihi var:
Bir bilim adamı bir zamanlar bütün kitaplarını onun için rehine vermiş.
Artık çaya antik bir lezzet veriyor.
Sonbahar ekinoksu yaşam üzerinde düşünme zamandır. Eğer iyi bir hasat yaptıysak, şükranlarımızı sunarız. Eğer bugüne kadar zor bir sene olduysa, o zaman da elimizde olanla yetinir ve fırsat doğduğunda daha iyisini yapmaya karar veririz. Yaşamı takdir etmek için bolluğa ya da zenginliğe ihtiyacımız yoktur. Tek ihtiyaç doğanın nasılsa öyle olan güzelliği için şükran ve minnet duymamızdır.
265. Gün “MASUMİYET “
Siyah ve turuncu kelebek
Neşeyle uçuyor.
Kanatları bir rahibenin elleri gibi
Önce üst üste dua ederken,
Sonra açılmış takdim ederken.
Dünya savaşa doğru gidiyor. Liderler konuşma sanatlarını ilerletiyorlar. Ordular sınır boylarına yığılıyorlar. Dünya, öyle görünüyor ki, çatışmadan hiç yorulmayacak.
Yaşamda masum olanı anımsamalıyız. İnce, hassas, zarif ve güzel olanı. Kelebek bir gün yaşar. Bu dünyaya gelmek için çiftleşmek ve uçmak dışında pek az nedeni vardır. Kaderini sorgulamaz. Ömrünü uzatmak ve talihini değiştirmek için uğraşmaz. Kısacık yaşamını mutlulukla sürdürür.
Kelebek her zaman güzel olana doğru çekilir. İster bir otun kenarındaki güneş olsun, ister kırmızı bir gülün kenarı olsun, kısacık zamanını hep güzellikler üzerinde geçirir.
Hatta öfkeli ve manasızca çıldırmış olan bile kelebeği rahat bırakır. Neden birbirimizde masum olana değer vermeyi öğrenemiyoruz? Kim bilir belki de kötü olanın üzerinde çok fazla zaman harcıyoruz. Pratiklik ve gerçekçilik adına stratejiyi, savunmayı ve toprak elde etmeyi, kazancı ve üstünlüğü düşünüyoruz. Bir kelebek gibi olmak için çok geç kaldık. Ama en azından ona değer verebilir, onun yalın varoluşuna mümkün olduğu kadar çok yaklaşabiliriz.
264. Gün “MÜDAHALE ETMEMEK “
Bu gölü seviyorum,
Göksel gözyaşlarının havzası,
Kıyılarını şekillendiren
Aysal çekimle eğilmiş.
Bu dağları seviyorum,
Yeryüzünün sert kaya çıkıntıları,
Okyanuslar tarafından yontulmuş,
Bilinmeyen bir zamanda yükseltilmiş,
Bir burçak tarlasında yalnız kılınmış,
Gümüş yamaçların yardığı.
Nöbetçi baykuş gözünü kırpmadan beni selamlıyor,
Ve ötelerde, Alp Dağları’nın ormanları
Uzaklardaki ay ile ahenkli bir ritm oluşturuyor.
Dünya araştırmacılar ve mühendisler tarafından istila edilmiş durumda. El değmemiş bölgeler turistlerin gürültüsüyle birlikte yağmalandı. Onların makinelerine gereksinimimiz yok. Köprülere ve anıtlara ihtiyacımız yok.
Tao’nun bağlamı içinde bu, insan hırslarının dünyayı yıkıma uğratması ve taze meyvedeki sinekler gibi kırsal manzaranın üzerine üşüşülmesidir. Bunun yerine, bu gizemli dünyaya yük olmaksızın yalnızca onun içinde yürümeliyiz.
263. Gün “KONTRPUAN “
Yakıcı bir sıcak var bugün.
Vadinin sıcaklığı kıyıya kavuşmak için çekildi.
Sonbaharın serin günleri yalancı yazla dans ediyor.
Siyah içi beyaz, beyaz içi siyah.
Sonbahar geliyordu, ama bugün ani bir dönüşüm oldu. Hava yazdan daha sıcak şimdi. Serinleme eğiliminin orta yerinde onun karşıtı yaşanıyor.
Tao’yu izleyenlerin zihinlerinde, yaşamdaki ikiliğin sınırları açıkça çizilemez. Çizgide bir belirsizlik var. Gün gece ile kesin bir sınıra sahip değil. Aynı şey mevsimlerin değişimi için de geçerli. Yazın sonbahara dönüşümü basit, düz bir devamlılık içinde olmuyor. Karmaşıklık ve farklı melodileri birbirine uydurma sanatındaki gibi kontrpuan var.
Eğer doğa böyle ince ayrıntılar, hatta sahte görünüşlerle doluysa, yaşamın ritimlerini yanlışsız bir şekilde izleyebilmek için ne kadar bilge olmamız gerekir…
262. Gün “YALNIZLIK “
Yalnızlık keder değil,
Bir fırsat olabilir.
İnsanlar neden yalnızdır? Bunun nedeni, kendilerini hiç kimseyle ve hiç bir şeyle bağlantılı hissetmemeleridir. Onların değer verildiklerini, bir şeylerin parçası olduklarını ve çevrelerinin onlara karşılık verdiğini hissetmeye gereksinimleri vardır. Bunlar olmadığı zaman, kendilerini soyutlanmış hissederler.
Yalnızlıkla mücadele etmenin en belli başlı stratejilerinden biri arkadaş edinmek ve aile sahibi olmaktır. Bu her zaman kusursuz sonuçlar vermez ve bir ilişki ya da aileden kaynaklanan sorunlar yalnızlığın şiddetine ağır basar. Kendi kendine yetmek çok daha iyidir. O zaman insan birilerini sevse de sevmese de, yalnızlıktan dolayı acı çekmez.
Bazı insanlar kendine yeterliliğin bir mit olduğunu iddia ederler. İnsan sosyal bir hayvandır derler; insanlar topluluk dışında yaşamayı başaramazlar. Ancak, gerçek kendi kendine yeterliliğin bu şekilde anlaşılması doğru değildir. Bizim işaret etmeye çalıştığımız, kişinin kendisi ve etrafındaki evrenle en üst düzeyde bağlantılı olduğunu hissetmesidir. Bu, kişinin diğerleriyle birlik içinde olmasına engel olmaz, ancak toplum kişinin tek bir beraberlik kaynağı haline geldiği zaman görülen aşırılık ve eksiklikleri önler.
Tao bizi kuşatır. Tao’yla birlikte olan biri kendini yalnız değil, doğal döngünün bir parçası olarak hisseder. Suyun balığın etrafını sardığı gibi, Tao da bizim etrafımızı sarar. Kendimizi yalnız hissediyorsak, o zaman bu, nasıl tümüyle Tao’nun içinde olduğumuzu unuttuğumuz içindir. Bu yüzden, yalnızlık bir fırsat olabilir: O bize, Tao’nun desteğinde değil de, kendi bencil kimliğimizde ikamet ettiğimizi anımsatır.
261. Gün “SESSİZLIK “
Sessizliği ara.
Sessizlikte sevin.
Sessizliğe tapın.
İnsan yolda ilerlerken, gitgide sessizliği daha çok ister hale gelir. O büyük bir rahatlık ve huzur kaynağı olacaktır.
Derin bir yalnızlık ve sakinliğe ulaştığınız zaman, kalbinizde büyük bir memnuniyet duyacaksınız. Bu yerde nihayet ne saldırıya ne de savunmaya gereksinim duymazsınız -bu yerde gerçekten açık olabilirsiniz. Burada kutsama, hayret ve saf ve kutsal birşeye ulaşmaktan kaynaklanan huşu duygusunu hissedeceksiniz.
Daha sonra, sessizliğe hayranlık duyacaksınız. Bu pek çok kişinin gözden kaçırdığı bir huzurdur. Bu Tao’nun güzelliğidir.
260. Gün “UYARICILAR “
Seks, kahve, alkol ve sigara
Günümüzün totemleridir.
Uyarılma duygunun yerini aldı.
Bugünün dünyasında, eşit olmayan eşitleme arayışları vardır:
Yakınlık mı istiyorsun? Seviş.
Enerjik mi olmak istiyorsun? Kahve iç.
Kısıtlamadan mı kurtulmak istiyorsun? Şarap iç.
Moda olan bir dayanak mı istiyorsun? Sigara iç.
Nasıl oldu da bunlar doğal olarak yaşanması gerekenlerin yerini aldı? Çünkü insanlar yapay uyarıcılar olmaksızın bunların nasıl yapılacağının yollarını unuttular.
Neden yakınlığı duyarlılıkta aramıyoruz? Enerjiyi sağlıkta bulmaya çalışmıyoruz? Engellerimizi aşabilirsek uyarılmaya da uyarıcılara da ihtiyacımız olmaz. Tüm yersiz istek ve iddialar geçip giderler.
Ancak o zaman çiçek açacaktır Tao.
259. Gün “KÖPRÜ “
Düş kemeri titrekçe parıldar fırtına bulutlarının içinde:
Cennet ve yeryüzü arasında bir köprü.
Onun girişini bulmak zor mu zor.
Efsanelerde, gökkuşağının cennet ve yeryüzü arasındaki köprü olduğunu söylerler.
Bu köprüde yürümenin ne kadar zor olduğunu bir düşünün. Gökkuşağı sadece pek ender olarak ortaya çıkmakla kalmaz, yeri de kolayca bulunmaz. Tam ufuktaymış gibi görünse de, biz ona ne kadar yaklaşırsak o da bizden o kadar kaçar. Ucunu bulmak, hatta altında durup yüksek kemerinin üzerinde duran sersemletici yükseklikleri düşünmeye dalmak çok daha imkansızdır. O gizli yolu rastlantısal olarak bulabilseydik, onun yağmur damlalarından oluşan yüzeyinde, tanrıların kucaklaşmalarına doğru yürüyecek kadar hafif ve saf olabilir miydik?
Arkadaşım bir keresinde üç katlı bir gökkuşağı gördüğünü söylemişti. Ne kadar ender rastlanan bir şeydir bu! Gerçekten, onu gördüğü yer kutsanmış bir yer olmalıydı ve böylesi bir güzellik ona gösterildiği için şanslıydı.
Ama yine de, üç tane aşılmaz köprüye ihtiyaç duyuyorsa ne kadar yükseklerdeydi ki cennet?
258. Gün “ARINDIRMAK “
Erken sonbahar yağmurları yapışkan sıcağı temizler.
Değerbilir bir gezgin kristal gökyüzünü ve canlandırıcı havayı içine çeker.
Uzak dağlar daha engin ve mavi görünür,
Ve şelalenin sesi gitgide yükselir.
Sonbahar geliyor. Hava daha temiz ve taze hale geldi. Yaz meyveleri toplanıyor; hararet soğumaya başlıyor. Havada daha bir rahatlık hissi var: Yazın ateşli aktiviteleri sonbaharın kutlamalarıyla yer değiştiriyor.
İlkbaharda, hepimiz o yılın işlerinin ilerlemesi için uğraşmak zorundaydık. Yazın, ateşin ve gücün hayranlığıyla şenlik yaptık. Şimdi, artık işlerin rahatlamasına izin vermeye başlayabiliriz. Tıpkı balkabaklarının dolmaya başladığı, kabakların asma dallarında ağırlaşıp altın sarısına dönüştüğü ve yaprakların ılık renklere bürünmeye başladığı gibi, biz de olgunluğa, yumuşaklığa ve sessizliğe kavuşmak isteriz.
Artık hasat zamanıdır. Ama her ekim ve büyüme mevsimi aynı zamanda ardında fazlalıklar ve kaçınılmaz bir artık bırakır. Yazın tozu hala etrafta oyalanır. Tarlalardaki anızın yakılması gerekir. Önce hasatı yapmalı, ardından arındırmalıyız. Hasat aynı zamanda temizleme ve stok yapma zamanıdır.
257. Gün “ATILIM “
Yaz sonlarında gökyüzünün nefesi nemli ve sıcaktır.
Kasvetle örter yeryüzünü.
Bir anda ağır bulutlar bir araya toplanır:
Kutupsal bir hava dalgası soğuk bir tırmık gibi geçer.
Meşe palamutları kurşun gibi düşer,
Ve yeni bir rüzgar yarıp geçer.
Havanın sıcak ve nemli oluşu insanda bir kasvet, cansızlık ve atalet duygusu uyandırır. Herkes bitkinlik ve rehavet içinde kalır. Mevsimler değişmeye başladığında ise, kutuplardan taze hava gelir. Oluşan bulutlar yağmur şeklinde dökülür ve nemli hava, taze ve serin bir esintiyle yer değiştirir. Geceleyin gökler öylesine hızla değişir ki, birbiriyle çarpışan bulutlar şimşek çakmasına neden olur ve gökgürültüsü gökyüzünün devredip dönüşünü müjdeler.
Aynı şey insan yaşamı için de geçerlidir. Eğer gökler uzun süre durgunluk ve duraklamaya dayanamıyorsa, durgunluk varlığını bizde nasıl sürdürebilir ki? Yaşamda kendimizi tıkanmış ve hayal kırıklığın uğramış bir durumda buluyorsak kaçınılmaz çıkışı aramalıyız. Hiçbir şey kalıcı değildir, öyleyse bizim engellerimiz nasıl kalıcı olabilir? Şeyleri tekrar harekete geçiren ilk fırsatı aramalıyız.
Öte yandan, kimileyin durgunluk bizim tembelliğimizden ya da yetersizliğimizden kaynaklanır. Bu durumda, insiyatif gösterip ve ağır ve cansız durumlarda atılım yapacak biz olmalıyız. Bir fırsat görür görmez harekete geçmeliyiz. Kendimizi ve olayları tümüyle bağlayıp uğraşmadıkça, yeterli biçimde eylemde bulunmayı bekleyemeyiz.
256. Gün “KEYFIYET “
Yaşamın anlamı keyfidir.
Neden evreni sertlikle yıkıma uğratıyoruz ki?
Yaptığımız seçimler neye göre belirleniyor? Her şeyden önce, bir şeyler yapmak için sınırsız özgürlüğümüz yok. Kendimizi cinsiyetimiz, ırkımız, ekonomik durumumuz, hem genetiğin hem de yaşamdaki rastlantısal süreçlerin şekillendirdiği kişiliğimizle sınırlanmış bir durumda buluruz. Dahası, diğer insanların yapmamız gerekenlere ilişkin fikirleriyle karşı karşıya kalırız, bu da bizi daha da sınırlar.
Herhangi bir kültürde doğmuş bir insan başka bir kültürde doğmuş bir insandan tümüyle farklı seçeneklere sahip olacaktır. Her ikisi de kıymetli bir yaşam sürebilir, ancak bu yaşamlar pek çok bakımdan birbirlerinden kesinlikle farklı olacaktır. Buldukları anlam farklı renk paletlerinden gelecektir. Bir insanın yaşamının başka bir insanın yaşamından kıymetli olduğunu söyleyemeyiz.
Yaşayan ya da yaşamış olan herhangi bir insanın, bir diğerinden gerçekten “daha iyi” olduğunu söyleyebilir miyiz? Onların yaşamlarında yalnızca seçeneklerin icra edildiğini görürüz, yapılarında var olan içsel anlamların farklılıklarını değil.
Yaşamdaki bütün anlam keyfi ve isteğe bağlıdır. Bu anlam biz öyle tanımlamadığımız sürece tanrıya, aileye ya da benliğe bağlı değildir. Yaşamdaki hiçbir şeyin kendi içinde ya da kendiliğinden anlamı yoktur. Nesnelere ya da ilişkilere anlam yükleyen bizleriz. Hepimiz anlamımızın yapısını güzelleştirmeye çalışırız, ama sonunda, bunun tamamen keyfi olduğu duygusundan kaçamayız.
Kendi kalıplarımızla evreni tahribata uğratmamak daha iyi olabilir.
255. Gün “BELİRSİZ “
İlkbahar abartılı açıklamalar zamanıdır.
Sonbahara gelince, insan mutlak olan pek az şey olduğunu görür.
Yaşam gizem ve belirsizliktir,
Kışa doğruysa, hepsi şimdi rahat ve barışık görünür.
İnsan gençken kahramanca girişimlerde bulunur. Dünya kesinlikle irademize boyun eğecektir, ve yine sanırız ki, biz kesinlikle büyük şeyler yapacağız. Toplumsal adaletsizlik düzeltilecek, büyük sorulara yanıt bulunacaktır.
Bir keresinde usta bir yazarı görmeye gitmiştim. Uzun süredir emekli, beyaz saçlı, kırılgan bu bayan, keskin zekalı ve sezgileri güçlü biriydi. Bense acemi bir yazardım. Yüzlerce büyük yazarın yazılarını baskıya hazırlamıştı. Ona tüm kaygılarımı yağmur gibi yağdırmış ve öğretmenlerimin hiçbir zaman yanıtlayamadıkları soruları sormuştum. Sorularımın çoğunu sadece “Evet.” diye yanıtladı. Tüm yanıtları biliyordu, bütün istisnaları biliyordu ve biliyordu ki yaşlı bir insanın daha genç bir insana söyleyebileceği en iyi şey “Evet.” idi. Evet, olumlayan. Evet, araştırmayı sürdürmede olduğu gibi. Evet, nihai yanıtların olmadığı gibi.
Günlük sorunlara acil cevaplar bulmaya çalışırdım. Şimdi, bu denli kaygılı değilim. Bilim mi bir şeyleri doğru olarak açıklıyor yoksa din mi? Metafizik düzeyde iyi ve kötü var mı? Bir tane mi tanrı var yoksa birçok mu, ya da tanrı hiç yok mu? Bu sorular için yüzlerce cevap vardır. Hepsi biliniyor, ama kimse aynı fikirde buluşamıyor. Bugün, bunun çok iyi olduğunu düşünüyorum. Bırakalım, yanıtları tümüyle doğru olmamakla birlikte, yüzlerce cevap gelsin. Soruların sorulmuş olması bile yeterlidir
254. Gün “BİLMECE ”
Hangisi önce gelir,
Tecrübe mi, anlam mı?
Biz çocukken, çok yaygın bir bilmece vardı: “Hangisi önce gelir, tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan?” Bu bilmece öylesine zor ve insanın yakasını kurtaramayacağı türdendi ki, yetişkinliğimizde bile etkisini sürdürdü ve zor bir mantıksal duruma işaret eden bir klişe haline geldi.
Belki de yaşamın anlamı biraz da keyfidir. İnsanlar işe gider ve işleri yaşamlarındaki anlamın önemli bir kısmını oluşturur. İnsanlar evlenip aile sahibi olurlar ve bunun kendileri için en önemli şey olduğunu söylerler. Eğer farklı işlerde çalışsalardı ya da farklı kişilerle evlenselerdi veya dünyadan el etek çeken bir rahip ya da rahibe olsalardı yaşamlarının anlamı farklı olmayacak mıydı?
Yaşamın birbirinden çok farklı anlamlar yüklediği hayatlar vardır: Fiziksel bir engeli olan insanın, sağlıklı doğmuş birinden çok farklı bir yaşamı olacaktır. Varlıklı, aristokrat bir ailede doğmuş birinin, bir dilencinin çocuğundan kuşkusuz çok farklı bir görüşü olacaktır. Asya’da doğmuş biri, Avrupa’da doğmuş birinden çok daha farklı bakacaktır yaşama.
Öyleyse hangisi önce gelir? Anlamın bizim tanımlamalarımız sonucu çıktığını söyleyenler mi, yoksa içinde bulunduğumuz şartların bizim anlamımızı belirlediğini iddia edenler mi?
253. Gün “SABIR ”
Bu elma bir mücevher gibi,
Kırmızı ve yeşil gölgeleri
Ve kusursuz biçimiyle,
Ne mucizevi bir meyve.
Meyve bahçesinin sahibi bir gün beni görmeye geldi. Her yıl en güzel meyvelerini sunarak nazikçe hatırlar beni. Birlikte öğle yemeği yerken laf balıkçılıktan açıldı. Bana bir zamanlar balıkçılığı çok sevdiğini, ne yazık ki şimdi bunun için pek zaman bulamadığını söyledi. “Sabırsız bir adamım ben” dedi.
Ben de ona, onun çok sabırlı olduğunu düşündüğümü söyledim. Her şeyden önce, herkes ağaç dikip, onlar iyi meyve verecek hale gelinceye kadar bir bahçeye bakıp onunla ilgilenemezdi. Her an yapacak bir şeyler olduğunu vurguladı, bahçesi sürekli ilgi istiyordu. “Bu yılki elmalar biraz küçük” diye üzüntüsünü dile getirdi. “Ağaçları budasaydım çok daha büyük olmalarını sağlayabilirdim. Bir ağacı doğru düzgün budamak için bir adamın tam gün çalışması lazım. Beşyüzden çok ağaç için bu işin ne kadar zor ve pahalı olacağını tahmin edersiniz… Bu yüzden ağaçların diledikleri gibi gelişmelerine izin verdim ve hala ürünümü pazara gönderebilecek durumdayım.” Elmalar lezzetliydi ve onun söylediği kadar küçük de değildiler.
Tao’yu izleyenler her şeyin kendi zamanında olduğunu söylerler. Tembel kimdir ve ağır iş nedir? Tao’yu izleyenler doğanın gösterdiği yoldan gidin derler. Bu sabır ister.
Ağaçlara ne zaman diledikleri gibi gelişmeleri için izin vermek gerektiğini bilerek, meyve bahçesi sahibi her şeye rağmen iyi bir ürün almıştı.
252. Gün “LİYAKAT ”
Sunağın önünde diz çök.
İlahiyete layık mısın?
Kabalıktan kurtulabilir,
Sürekli adanma ve hizmet için çabalayabilir misin?
İbadet kolay değildir. Yalnızca haftada bir kez tapınağa gidip rahibin sizin adınıza şefaatte bulunması yeterli değildir. Gerçek tapınma her gün tanrınızın önünde alçakgönüllü bir şekilde eğilme, ona saf bir yüreği ve kutsal sözcükleri sunma eylemidir.
Bir keresinde ünlü bir kutsal lider gelmişti yaşadığım şehre. Beş bin kişiyi sade bir ilahi söyleme uygulamasına dahil etti. O zamandan beri, her gece yüz sekiz ilahi söylemeyi sürdürmek bir çaba haline geldi. Hiçbir durma umudu, “bitirme” şansı yok.
Aynı şekilde, tüm öğretiler ve kutsal yazılar okunmalıdır. Bu, günlük adanmışlık demektir. Bir kere başladığınızda, bir daha ömrünüzün sonuna kadar duramazsınız. Tembelliğe yer yoktur. Ağzınız ve bedeniniz temiz, zihniniz iyi bir halde olmalı ve kutsal olmayan sözler söylememeli ve eylemde bulunmamalısınız. İlahiyete layık olmalıyız.
Bundan “bir şey elde edip etmememiz” önemli değildir. Bir yanıt alıp alamayacağımız konusu ikincildir. Sadece adanmışlık eyleminin ta kendisi alacağımız ödüldür. Bu, dönüşümü sağlar.
251. Gün “CANLILIK ”
Salyangoz, kireçleşmiş zar içinde minik spiral;
Ufacık solucan, bir eğri ejderha,
Yaban arısı, kadifeden siyah ve sarı damlacık,
Beyaz kelebek, dönüşümden doğan memnuniyet;
Çıplak çiçek soğanları, ufalanan toprakta beyaz hassas dokunaçlar,
Armutlar, yeryüzü ve güneşin çocukları.
Eğer yaşamla ilgili kuşkularınız varsa, zamanınızın bir kısmını bir bahçe ile ilgilenerek geçirmeniz yeter. Büyük bir çeşitlilik göreceksiniz orada. Baktığınız her yerde oluşmakta olan dinamik bir olay göreceksiniz. Belki bu, lotusun çürümüş şeylerin ve çamurun içinden çıkıp filizlenişi, ya da solucanın toprağın arasından kıvranıp geçit açarak dans edişi olabilir. Nemli toprağın kokusu garip bir biçimde heyecanlandırır insanı, büyüyen ağaçların görüntüsü olağanüstü keyiflendiricidir.
Bir bahçeye ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, orada sürekli bir entropi ve düzensizlik vardır. Bu iyi bir şeydir. Olması gereken budur. Bizim planlarımız ve güzellik duyumuz kusursuz değildir. Zihinlerimiz doğanın çeşitliliğini kavrayamaz. Bırakın doğa rengarenkliğini sürdürsün. Çeşitlilik canlılıktır.
250. Gün “SAYGI ”
Tek bir damlada bir mürekkep okyanusu,
Fırçamın ucunda titreyen.
Bembeyaz bir kağıdın üzerinde askıda,
Bir evren bekler var olmak için.
Yaptığımız her şeyi saygı ile doldurmalıyız ve buna göre insan bu kavramla başlamamız gerektiğini düşünebilir. Ama öyle değil. Saygı sadece deneyim ve özen sonucu ortaya çıkar. Yalnızca aşırılıklarımızdan yorulup usandığımızda saygı oluşabilir.
Dünyamızla ilgili derin düşüncelere dalanlar kısa bir süre içinde büyük bir mucize duygusuyla dolarlar. Yıldızların mükemmelliği, dağların ve ırmakların güzelliği, tertemiz okyanus havasının canlandırıcı özelliği içimizi sonsuz bir kutsanma ile doldurur.
Kendi küçük girişimlerimizle, her gün yaşamlarımızı yaratmalı ve düzen getirmeliyiz. Sorumluluk duymalı ve aynı zamanda bir insan olarak bildiğimiz ve anladığımız her şeyin mucizesini ifade etmeliyiz.
Ressam elinin altındaki boş bir kağıdın üzerinde dengede durur. Ortaya çıkacak resim, her şeyin hala gizil güç halinde olduğu o tek an kadar önemli değildir. Güzel ya da çirkin bir şeyler yaratılacak mıdır? Madde ve zamana hak ettiği değeri veren bir şeyler yaratmak için gösterilen ağırbaşlı kararlılıktır saygı.
249. Gün “GÖRÜNÜŞ ” – 05.09.2016
Bir dağ şelalesinden dökülen,
O uzun nehir denize doğru yol almaya çalışır.
Güçlü akıntıları şiddetle saldırır ateşten yatağına,
Oysa ki bir kaya sırtı sıkıca sarar onu.
Kızgın dalgalar taş oluklarını sürer labirente doğru,
Ve gemiler manevra yapmakta zorlanır.
Bu notada duran bir adam bütün bir ordunun ilerlemesini engelledi,
Ve şairler kartalların yuvalarının arasında esin buldu.
Yangtze Nehri boyunca yüksek bir uçurum uzanır. Bu noktada nehrin yolu alabildiğine daralır ve suyun dar geçitten aşağı akmadan önce geniş bir körfeze doğru çekilmesi gerekir. Aşağıdaki kayalar çok tehlikelidir, bu yüzden bugün bile gemiler bu uzantıyı aşmakta zorlanırlar.
Uçurumun tepesinde eski çağlarda yaşamış bir adamın şerefine yapılan Beyaz Kral Tapınağı vardır. Sayısız tarihsel olay yaşanmıştır burada. Ortaçağlarda, ünlü bir strateji uzmanı çok az bir kuvvetle koskoca bir orduyu yenmişti. Daha sonraları, ünlü şairler nehrin ve dağların muhteşem manzarasında esin bulmuşlardı. Yakın zamanlarda ise, bu yüksek uçurum yöresel bir diktatörün karargahı olarak hizmet verdi.
Doğada insana büyük bir güç veren yerler vardır. Öte yandan bu gücün savaş ya da barış için kullanılacağını belirleyen kişinin karakteridir. Üstünlük sağlayan noktalar için mücadele etmek yeterli değildir. Konum bilgece kullanılmalıdır.
248. Gün “ALICILIK ” – 04.09.2016
Kendimi boş bir odaya dönüştürmek istiyorum:
Eğik güneş ışıklarının vurduğu sessiz beyaz duvarlar
Ve taze bir meltem açık pencerelerin arasından.
Bazı günler son derece akıcıdır ve tüm olası eylem biçimleri eşit derecede çekicidir. Gelişigüzel ve keyfi bir şeyler yapmaktansa kişinin kendini tümüyle boşaltması çok daha iyidir. O zaman yaşamın daha ince, görünmez akışları hissedilebilir. Kişi rastgele eylemlere girişme hatasından kaçınmalıdır.
Keyfi eylem büyük olasılıkla içinde bulunulan zamanlarla uyumsuz duruma düşecektir. O yapaydır, kendi düşüncemizden çıkan zorla kabul ettirdiğimiz bir yapıdır. Bu tür hareketler değişmez bir şekilde yapmacıklı ve serttir; doğal olanın taze ve canlı kusursuzluğuna sahip değildir.
Yeterli huzurumuz yok. Ne var ki huzura daimi eylemle ulaşılmaz. Karıştırılmış suyun berrak olarak durulmasının olanağı yoktur. Rüzgarın çarpıttığı bir ağaç asla düzelip doğrulamaz. Bütün gereksiz eylemleri bir kenara bırakın. Bütün rastgele ve keyfi eylemleri bir yana bırakın. Kendinizi açık ve alıcı duruma getirin. Aradığınız huzuru hemen elinizin altında bulacaksınız.
247. Gün “GÜVERCİN ” – 03.09.2016
Bir güvercin çatı kirişine sıkıştı geçen gece.
Onu dışarı çıkarmak için epeyce uğraştım.
Panik halindeki başını çarptı birçok kez.
Ancak sersemlediğinde yardım edebildim ona.
Kağıtta bir bilgeden şu alıntı vardı:
“İnsan doğası aslında birdi ve biz bir bütündük.
Bütünlük arayışı ve özlemine aşk adı verilir.”
Gece geç bir vakitti. Kanatlarını hızla çırpışı dikkatimi çekti. Yukarı baktım ve çatı kirişinin üzerine tünemiş olduğunu gördüm. Güvercin oradan oraya uçmaya çalışıyor, ancak ya yaralanmış ya da yönünü şaşırmış olduğundan bunu yapamıyordu. Tavan boyunca kayarcasına ilerledi. Mavi pencerelere konarak dışarıya baktı, ama görünmez engelden geçemedi. Yukarıya tırmanarak ona uçması için yardım etmeye çalıştım. Yaklaşmama izin verdiyse de, benim dilimi ve hareketlerimi anlayamıyordu.
Benden uzaklaşarak uçtu, ama hemen irtifa kaybetti ve alçalarak yere kondu. Aşağı indim ve onu ileriye doğru sürdüm. Gidecek çok kısa bir mesafe vardı yine de telaşa kapıldı ve bir duvara çarptı. Sersemlemiş bir şekilde, zor nefes alarak, yan tarafında kopmuş bir tüyle çalışma masama düştü. Ancak o zaman onu bir kutuya koyabildim ve özen gösterebildim.
Benim niyetimi anlamamış, bu yüzden de incinmişti. Onu korkutmadan yardımcı olamıyordum. Bir zamanlar tüm canlılar birbirine bağlı mıydı? Belki de öyleydi, ama bu dünyada, aşk ve şefkat arayışı zihin karışıklığı ve acısız olmuyor.
246. Gün ” AĞAÇ ” – 2.09.2016
Bu kadar uzamak için ölçüm mü yaptın?
Dallarının yayılması için geometri mi kullandın?
Fırtınayla kırılan dallarına ağıt mı yaktın?
Güneş gören yapraklarının envanterini mi çıkardın?
Bunların hiçbirini yapmadın, yine de insan o övündüğü aklıyla
Senin mükemmelliğine ulaşamaz.
Ne zaman yorucu yaşamlarımızın yapaylığından vazgeçip doğal olana sadık kalacağız? İnsanın tüm başarıları, sadece o büyük kendini beğenmişliğinin anıtsal örnekleridir. Yeryüzünün gelişmesi için gerekli olan, insan yapımı tek bir şey yoktur. Çin seddine ihtiyacımız var mıydı? Mısır’daki piramitlere ihtiyacımız var mıydı? Rodos heykeline ihtiyacımız var mıydı? Makineleşmeye, buhar gücüne, elektriğe, nükleer güce ya da bilgisayar teknolojisine ihtiyacımız var mıydı? Bütün kazanç ve başarılarımız kişisel özel rahatlık ve zevklerimiz içindir. Sadece, medeniyet adını verdiğimiz arz ve taleplerin çılgın karmaşasını geliştirdik.
Tao’yla yaşamak için tüm bu “sofistikasyon”a ihtiyacımız yok. Toplum içinde yaşadığımız için bu olguyu göremiyoruz. Kendi bedenlerimizin ve zihinlerimizin doğal düzenini önemsemiyoruz, konuya kendimizi kapattığımız için sadece seks ve uyuşturucular yeterli uyarım sağlayabiliyor. Kaybolmuş ve yabancılaşmış olduğumuzdan yakınıyoruz. Ne tuhaftır ki, yanıtlar tam da yanı başımızda. En yakın ağacın yanına gidip derin düşüncelere dalarsanız, doğal yaşamın sırrını kolayca görebilirsiniz.
245. Gün ” BAHÇE ” – 1.09.2016
Kör edici sıcak günü geceden ayırır,
Kısa gölgeleri bereketli toprağa dağlar.
Yeşil asma filizleri, fasulyelerle ağırlaşmış,
Rustik bambu raflarına dolanmış.
Eflatun çiçekler kadife yaprakları arasında gizemli bir biçimde açılır:
Tek bir sukabağı tüm dünyanın rüyasını içinde taşır.
Kendi yiyeceğinizi yetiştirmenin büyük bir rahatlığı vardır. Toprağa yakınsınızdır. İşiniz, geçiminiz ve zevkleriniz için temel elementleri -su, güneş ışığı, toprak, hava ve bitkiler- kullanırsınız. Fide halinden olgun bir meyve ağacı oluncaya kadar kimi ağaçları budayarak, kimi zaman zararlı otlarını yolarak bahçenize bakarsınız. Yıllar geçip giderken, filizlenmeden hasata, kuruyup solmaya ve tekrar tohum haline gelmeye doğru dönüp duran döngülerini gözlersiniz. Yaşamak için kendi yetiştirdiğiniz bitkileri yersiniz. Siz de buna aldırmazsınız, bitkiler de. Bir gün, siz de bu yeryüzüne, güneşten yanmış toza geri dönecek ve bitkiler için besin haline dönüşeceksiniz. Yaşam böyle devam eder ve tüm bunlar son derece kabul edilebilirdir.
Tao’yu izleyenler tüm gerçekliğin birbirinin içine girmiş bir dizi halkaya benzediğini söylerler: Makrokozmosların içinde mikrokozmoslar. Yakın olan uzak olanın mikrokozmosudur. Neden Tao’yu bulmak için her şeyi araştıralım?
O tamamıyla, bahçenizde yetişen sukabağının tohumlarının içindedir.
244. Gün ” ÇİFTÇİLER ” – 31.08.2016
Yuvarlak vücutlu sade kırsal insanları,
Vadinin sıcağında derileri bronzlaşmış.
Niçin onlarla Tao üzerine konuşmalı ki?
Aç olduklarında yer,
Uykuları geldiğinde uyurlar.
Sonsuz değişimleriyle bir bilge bile
Yaklaşamaz onların yalınlığına.
Yalınlık nedir bilmek ister misiniz? Gidin çiftçilerle yaşayın. Onların günlük işleri mevsimlerle uyumludur, toprağa yakındırlar ve zamanlarını nasıl mevki kazanacaklarını bulmak için harcamazlar. Dürüst ve sadedirler. Birey ya da çiftçi olarak kim oldukları hakkında ayrım yapmazlar.
Şehirde yaşayan bizler için yalınlıkta çiftçilerle eşit olmaya çalışmak zor olurdu. Her şeyden önemlisi, yalınlık, Tao’nun en kutladığı şeydir. Kim pi’nin bütün rakamlarını bilmeye gereksinim duyar? Kimin yeni bir para politikası oluşturmaya gereksinimi vardır? Politik büro için uğraşmaya kim ihtiyaç duyar? Bunların hiçbiri insan olmak için gerekli değildir.
Gereksiz olan şeylerden vazgeçin.
243. Gün ” DİYALOG ” – 30.08.2016
Hala uykumda konuşuyorum.
Hala rüya görüyorum.
Beynim bu kadar gürültülüyken
Nasıl mükemmel bir dinginlik olabilir ki?
Kendi içimizde daimi bir diyalog sürdürürüz. Sorunlarımızın kaynağı budur.
Diyalog sözcüğü iki taraf arasındaki konuşma anlamına gelir. Zihinlerimizde bir bölünme olmasaydı içsel bir diyalog içinde olamazdık. Hepimizin iki yönü vardır; bunlar birlik içinde olmadığı zaman, ruhsallığın gerektirdiği bütünlüğe ulaşamayız.
Yıllarca süren öz eğitime rağmen, ikili yersel zihni kontrol altına almak kolay değildir. Bir insan uyanık olduğu bütün durumlarda mükemmel bir kontrol sağlamış gibi gözükmesine rağmen meditasyon ve uyku halindeyken sonsuz bir kargaşa yaşayabilir. Bu ulaşılan şeyde noksanlık göstergesidir. Mükemmellik bütün olmalıdır.
Mükemmelliğe erişme süreci uzundur ve yöntemli olmalıdır. Çabalarımız en üst basamaklara erişmeye yönelik olsa da, hiçbir zaman kendimizi bastırma riskine girmemeliyiz. Gerçekte, hoş olmayan ve zapt olunamaz yönlerimizi yalıtmak yerine, onları ortaya çıkarmalı ve incelemeliyiz. Her gün yapılan iç gözlem tüm yönlerimiz arasında uyum sağlar. Kötü olan yönler çözülebilir. Yararlı olanlar geliştirilebilir. Bu uğraş yıllarca sürebilir, ancak aşama aşama olan bu yolla, kendimizi bilinçaltı zihnimizden gelen bilgiler yardımıyla çözümler, çatışma ve çelişkilerden kurtarırız ve zihnimizi birlik yoluna koyabiliriz.
242. Gün ” KALP ” – 29.08.2016
Kalbinin açılan bir lotus olduğunu hayal et.
Ortasından koyu kırmızı bir çocuk çıkıyor,
Saf, bakir ve masum.
Kalbinin kırmızı bir lotus gibi açıldığını hayal et. Ortasından koyu kırmızı bir çocuk çıkıyor.
Bu çocuğu -kız ya da oğlan- bedeninden çıkar ve onun başının üzerinde havada durduğunu hayal et. Sen, bir çocuk olarak, her bir elinde birer güneş tutuyorsun ve her bir ayağın aya basıyor.
Bu imajı mümkün olduğu kadar uzun bir süre zihninde canlandır.
Bu çocuğu ortaya çıkarmak zordur. Bunu yapmayı denediğinizde, kendi etrafınızda ne kadar çok savunma mekanizması ördüğünüzün farkına varırsınız. Aynı zamanda ergenlik ve yetişkinlikteki deneyimlerin sizi nasıl lekelediğini de fark edersiniz. Bazen, ortaya çıkaracak saf ve masum bir varlığınızın olup olmadığından bile şüpheye düşebilirsiniz. Ama hepimizin böyle bir varlığı vardır. Her birimiz içimizdeki o koyu kırmızı renkteki çocuğu bulmalı ve onu ortaya çıkarmalıyız. Çünkü bu çocuk, enerjilerimizin bütün olduğu ve kalplerimizin dünyanın ve kendimizin ikiyüzlülükleriyle huzursuzlaşmadığı bir zamanı simgeler.
241. Gün “ÜTOPYA” – 28.08.2016
Dünya barışı için bir milyon kez ilahi söyle, dediler bana.
Tüm savaşları sona erdirmek için günde üç kere dua et.
Tüm yaşayan varlıkları özgürleştirmek için
katı bir öz disiplin uygula.
Ama dünyanın sefaleti hiç azalmadı.
Belirli dönemlerde, bazı dini gruplar, herkes yalnızca ilahi söylemek gibi bir şeyler yapsa, bazı temel toplumsal sorunların çözüleceğini söylerler. Ruhsal adanmanın savaşları, kıtlığı, hastalığı, ekonomiyi ve nüfus artışını etkileyeceği yolunda savlar ortaya atılmıştır.
Sadece kişisel çabalarımız ruhsal olabilir. Günlük adanmışlığınızda yaptıklarınız tamamen kendiniz içindir. İdeallere büyük ölçekten baktığınızda, onlar yaşamın çelişkileriyle uzlaştırılabilirler.
Ütopya yoktur. Hiçbir zaman da olmayacaktır. Yalnızca, ruhsallığın neredeyse imkansız olduğu bir dünyada, her bir bireyin ruhsal olarak yaşamak için yürekli girişimleri vardır.
240. Gün “HEDEF ” – 27.08.2016
“Okçu nedir ki ?
Hedef olmadan…”
Tao’nun felsefesini benimsemek yeterli değildir. Kişi eylemde bulunmalıdır. Sözler değil, eylemler önemlidir. Ancak salt hareket anlamsızdır. İnsanın amacı olmalıdır.
Kısa dönemli hedefler yaşamımızdaki dönemleri belirlememize ve bunları tümüyle deneyimlememize yardım eder. Uzun dönemli hedefler bize perspektif ve devamlılık sağlar. Kısa dönemli hedefler yaşamın geçiciliğini anlamamıza yardım eder ve yine bize bu geçicilikten yararlanmanın yolunu gösterir. Uzun dönemli hedefler edindiğimiz deneyimlere odak sağlar.
Hedeflerimiz tümüyle bireysel ve aynı zamanda doğa yasalarıyla uyumlu olmalıdır. Kimse bizi bizim kendimizi bildiğimiz kadar iyi bilemez. Sadece tek bir evrensel hedef vardır: Hiçbir pişmanlığı olmayan lütufkar bir ölüm.
239. Gün “GENÇLİK ” – 26.08.2016
Evden ayrılmaya çok acele ettin:
Sarhoşlar seni korkutur, hovardalar pençe atar.
Münzevinin mücevheri ne işe yarar?
Gençlerin anlaşılmaz bir gizemciliğe değil, şefkat ve rehberliğe gereksinimi vardır. İşte gençler için bazı yol gösterici ilkeler:
Her zaman kendinize özgün olduğunuzu hatırlayın. Zihninizi, yüreğinizi ya da bedeninizi herhangi bir kişiye teslim etmeyin. Hiçbir şekilde onurunuzdan ödün vermeyin.
Düzenli bir beslenme, hijyen ve egzersiz uygulayarak, temiz bir yaşam sürerek sağlığınızı koruyun. Uyuşturucu ve alkolden uzak durun.
Para hiçbir zaman bedeninizden ve zihninizden daha önemli değildir, ancak çalışmalı ve kendinize bakmalısınız. Hiçbir şekilde geçiminizi başkalarına bağlamayın.
Arkadaşlarınızı ve yaşam koşullarınızı dikkatli bir şekilde seçin, çünkü onların da sizin üzerinizde etkileri vardır. Güvenebileceğiniz, sorularınızı cevaplayacak bir rehberiniz olsun, ancak kendi yaşamınızın sorumluluğunu kimseye bırakmayın. Kimse sizin yaşamınızı sizin için yaşayamaz.
İyi bir eğitim her zaman için değerli bir kazanımdır.
Duygular geçicidir ve karar vermek için iyi bir yol değildir.
Her gün kararlar vermelisiniz. Yaptığınız her şey yaşamınızda geri dönülmez etkiler yapacaktır. Bir yola çıkmadan önce, dikkatlice düşünün. Nehirler çok nadiren tersine akarlar.
Kötülüğü bilin, ama kendiniz kötülük yapmayın. Yaşamın aldatmacalarının dışında bir yol olduğunu hatırlayın. Dünyadan usandığınız zaman, size Tao’yu gösterecek birini bulun.
238. Gün ” MATRIKS ” – 25.08.2016
Bedenlerimizi ihmal etmeye izin veremeyiz, sadece bedenlerimizle özdeşleşmememiz gerektiğini bilmemize rağmen. Aslında, gerçek benliklerimizi arayışımızda, fiziksel varoluşumuz başlayacağımız en iyi yerdir. Yeme-içme ve egzersiz yapma biçimimizle yaşamlarımızı değiştirebiliriz ve kendimizi sağlıklı bir durumda tutarak arayışımızı hızlandırabiliriz. Fiziksel tıkanma ve ağrı gibi sıkıntılardan bağımsızsak, iç benliklerimizi çok daha iyi teşhis edebiliriz.
Zihin ve ruhu ararken, bedenin gerçek benlik olmadığını anlamak akıllıcadır, ancak bedeni korumak da akıllıcadır. Bedensel istekleri ne reddetmeli ne de utanç duymalıyız, yine de hem bedenini korumak hem de onun ötesini görmek için bilge olmak gerekir.
237. Gün ” BEDEN ” – 24.08.2016
Ben, bu kırılgan beden değilim.
Biz bedenlerimiz değiliz. Bu garip bir iddia gibi gelebilir. Ne de olsa, bu yeryüzünde ondan daha yakın bir şekilde tanıdığımız başka bir nesne yoktur. Neden onunla özdeşleşmeyelim ki?
Bedenimize ait maddi ve kavranabilir olan ne vardır? Tabii ki, onun bir cismi vardır. Peki ya iradeyi nasıl açıklayacağız? Bir ceset canlı bir varlık kadar somuttur, buna karşın kimse bu ikisini karıştırmaz. Gizemli bir şeyler, canlı ve ölü bir beden arasındaki farkları açıklar. Bir şeyler bize hayat verir.
Enerjiyi yönlendiren zihindir. Peki zihne ait neye kesin ve kati diyebiliriz? Titreyen bir alev gibidir o: Hiçbir noktada dış çizgilerini tam olarak saptayamayız. Kendimizi ne kadar yakından incelersek, o kadar ince ve görünmez ayrımlar haline dönüşür. Her şey belli belirsiz olmaya başlar. Şeylerin azalmış ve küçülmüş hallerinde bir şeyler bulabileceğimiz izlenimine inatla ancak boş yere tutunuruz.
Bütün bunlar oldukça karışık. Ancak tek bir şey kesin: Ben bu kırılgan beden değilim.
236. Gün ” HAPSOLMA ” – 23.08.2016
Öznelliğimiz
Aynalı çivili,
Bir mücevher kutusudur.
Çevremizi kendi kimliklerimizin yansımalarıyla çeviririz. Sadece kendimizi düşünürüz, Tao’yu değil. Tek önem verdiğimiz şey hayatta kalabilmek ve tatmin olmaktır. Ne zaman göreceğiz yaptığımız her şeyin aslında çevremizi kendi yanılsamalarımızla kuşatmak olduğunu?
Dünyayı gerçekte olduğu gibi görmüyoruz. Varoluşumuzun ikilemini görmezden geliyoruz. Aynalı bir mücevher kutusu içinde kendine çeki düzen vermiş aptallar gibiyiz. Yanılsamalarımızı geliştirip büyüttükçe, kutu küçülür. Ardından çiviler oluşturur -kendi bencilliğimizin mızrakları-, ancak o kadar ben merkezciyizdir ki bu noktaları gözden kaçırırız. Kendi kendimize çok fazla sevdalanmışızdır. Kırıtarak yürür, saçlarımızı kabartırız. Ve kutu gitgide küçülür, küçülür.
Bazıları bu tuzaktan kurtulmayı başarır, ancak onlar da öylesine bağlanmışlardır ki, kutuyu uzun süre arkalarından sürüklerler. Yanılsamalarını kendileriyle birlikte sürükleyenler, kendini tuzağa kaptırmış olanlardan sadece bir adım ileridedirler. Yalnızca gerçek doğamızın farkına vardığımızda, kutu ortadan kalkar.
235. Gün ” STRES ” – 22.08.2016
İşten gelen baskılar ezici.
Sorumluluklar ağır.
Gözlerimi kapadığımda,
Başkalarının talepleri tüm gördüğüm.
Bazen sorumluluklar öyle ağırlaşır ki, zihinsel dengenizi koruyamazsınız. Dikkatiniz dağılır. Düş kırıklığı duygusu büyük bir mutsuzluğa yol açar. İçiniz acır. Yeterli uyuyamaz, iyi beslenmez, diğer insanlarla sık sık tartışırsınız.
Bilgeler gülümseyerek bütün bunların insanlığın akılsızlığı olduğunu söylerler. Şüphesiz haklılar, ancak yaşamımızı sürdürebilmek için tozun içinde debelenirken bilgelerin bu sözleri bizlere fazla ulvi ve yüksek gelir. Pek çoğumuz, bazı anlarda böyle baskılarla yüzleşmek durumunda kalırız. Bu çılgınlıktan kendimiz için bir çıkış yolu bulsak bile, toplumu tamamıyla terk etme gücümüz olmayabilir.
İnsan stres altındayken, Tao’yu fark etmek olanaksızdır. Eğer savaş alanında mücadele ediyorsanız, ya da büroda, ya da evde, ya da zihninizde mücadele ediyorsanız, Tao’yla birlikte olmak diye bir şey mümkün olamaz. Bu tür bir yaşamın içindeyseniz, o zaman -ondan vazgeçmek ve terk etmek haline gelene dek- sorunlarınızla cesurca yüzleşmekten memnun olmalısınız.
Kendi sorunlarınızla birlikte olduğunuz her an, Tao’yla birlikte değilsiniz. Yapabileceğiniz en iyi şey stresimizin mutlak gerçeklik olmadığını hatırlamaktır.
234. Gün ” ÖRÜMCEK ” – 21.08.2016
Merkezdeki zihin
Sekiz bacağından ışık saçar,
İlahi bir ağ yaratarak
Tao’yu dokumak için.
Örümcek Tao’nun harika bir yaratığıdır. Bedeni zihninin zarif bir ifadesidir. Eşsiz ağlar örer, bacakları ağı yaratmak ve üzerinde yürümek için uygundur. Örümcek, iç dünyasını kendi merkezinden dışarıya kusursuzca yayar.
Örümceğin Tao’ya uygun aldığı pozisyon örüntü desenleri oluşturmaktır. Örümceğin zihni bu şekilleri belirler. Tao’nun akışını bedenleştirir ve ona müdahale etmez. Sadece desenler yaratır ve Tao’dan rızkının gelmesini bekler. Kendine geleni kabul eder. Kendine gelmeyen de onu ilgilendirmez.
Ağ bir kez tamamlandığında, örümcek onu doğaya aykırı bir şekilde genişletmeyi düşünmez. Komşularına savaş açmaz, başka ülkelerde macera peşinde koşmaz, aya uçmaya kalkışmaz, fabrikalar kurmaz, başkalarını köleleştirmeye ya da entellektüel olmaya çalışmaz. O basitçe kimse odur ve bundan da memnundur.
233. Gün ” KAHİN ” – 20.08.2016
Kahinlerin sırları vardır
Ve mutlak sihirleri.
Bir kahin değilim.
Salt sıradan olanı bilirim.
Bu benim Tao’mdur.
Tao’nun kahinleri özel bir sınıftır. Bu kişiler, meditasyon, felsefe, tıp, remil, sihir, büyücülük, savaş sanatları, bilim, matematik, edebiyat, resim, şiir, kaligrafi, tarih, müzik ve dini konularda son derece saygı gören uzman kişilerdir. Olağanüstü şeyler yapabilirler; her soruyu yanıtlayabilirler. Temsil edip somutlaştırdıkları sayısız sır inanılmazdır. Hakim oldukları olağanüstü yeteneklerde ulaştıkları seviye ürkütücü ve ulaşılması zordur.
Onlar görkemlidir, ancak hepsi budur.
Tao’yu izleyenler mükemmelliğe ulaşmak için uğraşırlar, ama kahin olarak adlandırılma konusunda ihtiyatlı davranırlar. Bu sınırlı bir roldür.
Kahin olmak, kendini büyük görmenin baştan çıkarıcılığıyla yemlenen büyük bir tuzağı temsil eder. Tao’yu izlemenin nihai amacı kimliğini aşmaktır. Fakat kendilerine kahin, hatta usta diyenler kimliklerini en üste çıkarırlar.
Kahin olmamak, sorumluluktan, sınırlamalardan, ayartmalardan kaçınmak çok daha iyidir. Anlaşılmaz ve belirsiz olmak, hatta aptal olarak kabul edilmek bile daha iyidir.
Birinin sizi bir unvan ile çağırması gereksinim duymadığınız bir etkileşimdir. Yaşamınızın en büyük mucizesini görürken, isteyeceğiniz en son şey birinin ışığı engellemesidir.
Not: Orjinal metindeki “prophet” kelimesine eşanlamlı kelimelerden biri olan kahin seçilmiştir.
232. Gün ” ETİKETLER ” – 19.08.2016
“Bana Tao’nun takipçisi deme.”
Tao’yu izlemek, yaşamınızın her anında evrensel nabızla birlikte atarak yaşadığınız yoğun kişisel bir çabadır. Akıcı ve sonsuz değişim içindeki Tao’yu izler ve onun sayısız mucizelerini deneyimlersiniz. Onunla boşlukta olmayı deneyimler ve her türlü ince ayrıntıyı yansıtan mükemmel bir ayna olmasının ötesinde hiçbir şey istemezsiniz.
Eğer kim olduğunuza ilişkin etiketler edinirseniz, bu Tao’dan ayrılmak olur. Irk, cinsiyet, ad ya da yoldaşlık gibi sıfatları kabul ettiğiniz anda, kendinizi Tao’ya karşıt olarak tanımlamış olursunuz.
İşte bu yüzden, Tao’yu takip edenler kendilerini hiçbir zaman Tao adıyla özdeşleştirmezler. Onlar için etiketlerin, statülerin ya da mevkiinin hiçbir önemi yoktur. Tao’yla birlikte olmak için hepimiz eşit şansa sahibiz.
Etiketleri reddet.
Kimlikleri reddet.
Tabi olmayı reddet.
Kalıpları reddet.
Tanımları reddet.
Adları reddet.
Çevirmenin notu: İsimlendirmek, etiketlemek, tanımlamak enerji akışını keser..sonra da Birlik enerjisi’nden, YOLdan ayrılmaya sebep olur.. Belirsizlikte yaşamayı öğrendiğimizde gerçekten akışta ve yolda oluruz.
231. Gün ” DÜZEN ” – 18.08.2016
Yaşamını tuğla üstüne tuğla koyarak inşa et.
Doğruluğun yaşamını yaşarsan,
Geçmişe baktığında doğrunun yaşamını hatırlarsın.
Fantazinin yaşamını yaşarsan,
Geçmişe baktığında bir yanılsama hatırlarsın.
Bugünün iyisi dünün iyisi üzerine inşa edilir. Bu nedenle eylemlerimize sürekli dikkat etmeli ve özen göstermeliyiz.
Tutumlu ve idareli insanları ele alalım. Yiyeceklerden arta kalanları organik gübrelerde geri dönüştürler. Dışarıda yemektense evde yemeyi tercih ederler. Suyu boşa harcamazlar. Dikkatli alışveriş yaparlar. Gereksiz şeylere para harcamazlar. İşte bu, tam olarak ruhsallık için ihtiyacımız olan türden bir özen ve dikkattir.
Çabalarımızı eğlence ve zevk uğruna boşa harcamamalıyız; bunun yerine, bizim için önem taşıyan işlere yoğunlaşmalıyız. Bilgiyi rastgele bir şekilde toplamamalıyız. Bunun yerine, kapsamlı bir bütün halinde düzenlemeliyiz, böylece, tüm yeteneklerimizi kendi yararımıza birleştirebiliriz. Dikkatsizce yalanlar söylememeliyiz, eğer böyle yaparsak aradığımız doğruluktan ve Hakikat’ten ayrılmış oluruz.
Hayatlarımızın muhteşem ya da acınası halde oluşu gündelik detayları düzenlememize bağlıdır. Detayları bizi memnun eden bir kompozisyon içinde düzenlemeliyiz. Ancak o zaman, yaşamlarımızda bir anlama sahip oluruz.
Çevirmenin notu: Kaosun içinde bile düzenin olduğunu ve evrensel yasaların mükemmel bir şekilde işlediğini unutmadan, değişim ve dönüşümlerin içinden geçerken, kavşaklar ve virajlara yaklaşırken bizleri ileriye taşıyacak olan hayal gücümüzün ve gerçekçiliğin dengesini kurmalıyız. Hayalgücümüzü irademizle aklımızın basamaklarında yükselmek için kullanalım, arzunun ağına kapılmış fantazi kurgulara dolanıp gölgelerde yaşamayalım.
Hakikate uygun doğru bir yaşam sürmek ve bütünün de hayrına olan doğru hayallerin gerçekleştirilmesi için günlük adımların ritmi ve tüm edimlerde düzen gereklidir.
230. Gün ” MÜKEMMELLİK ” – 17.08.2016
Kahraman, güçle ışık saçarak,
Dağdan iner.
Yine de, tozlu yaşlı adamla tek bir itişme
Kolayca onu çamura yuvarlar.
Eski zamanlarda, sıradışı ve farklı olmak isteyen genç erkek ve kadınlar, ünlü bir ustanın yanında dağlarda eğitilirlerdi. Toplumun dikkat dağıtıcı etkilerinden uzakta, temizlikle yalıtılmış bir halde, dağların yüksek zirvelerinde kalır ve üstün yetenekler edinmeden aşağı inmezlerdi.
Böyle insanlar kahramanlardı, kendini geliştirmenin doruk noktası. Buna rağmen, dünyada sonraki yolculuklarında bu kahramansıkça onu kolayca alt eden bir yaşlıya rastlardı. İster felsefi bir tartışmada ister fiziksel bir beceride olsun, her zaman meçhul bir gezgin çıkar ve kahramanların en yücesini gölgede bırakırdı. Neden mi? Çünkü kahraman sadece mükemmelliğe, gençliğin gücüne ve cesarete sahipti. Oysa yaşlılar tecrübe ve bilgeliğin avantajına sahiptiler.
Dünyada her zaman sizden üstün birileri olacak. Sizden bilge yaşlıları tanımayı ve önem vermeyi öğrenin, onlara saygı gösterin. Bilin ki, siz kendiniz de, uzun süre yaşamadıkça, tam anlamıyla üstün olamazsınız.
İnsanın kendini mükemmel kılması zordur ancak, eşine az rastlanır bir durum değildir. Ama, mükemmel bilgeliğe ulaşana gerçekten de az rastlanır.
229. Gün ” KEFARET ” – 16.08.2016
Her gün sunakta meditasyon yapıyorum,
Yine de hala günahla kaplıyım.
Kendimizi geliştirmek için gösterdiğimiz günlük tüm çabalara rağmen, hala bir sürü hatamız var. Bir tanesinin üstesinden geliriz, ancak bu yeni bir kusura taşır… Bazı istenmeyen ilişkilerden kendimizi kurtarırız, ancak bu tekrar dolanmaya taşır… Neden özgürlüğü bulmak bu kadar zor? Çünkü, kendi zihinlerimiz kendi zorluklarımızın kaynağı.
Aklı ve hırsı olan herkesin çok büyük istekleri vardır. Şeyleri isteriz. Onları elde etmek için planlar kurgularız. İster gıda, ister içgüdüsel bir dürtü olsun, ister toplumsal onay kılığına girmiş bir arzu, zihnimiz asla doyuma ulaşma açlıkları içindeyken huzur bulamaz. Bir kere arzuya kapıldık mı, arzumuzun nesnesi peşinde koşar dururuz. Eğer yakalayamazsak, öfkelenir, kızgınlığa kapılır, hüsrana uğrarız. Eğer istediğimizi elde edersek, yeniden daha fazlasını isteriz.
Elde etmenin sonu yoktur. Meditasyon yapsak bile, bu alışkanlığı bir anda ortadan kaldıramayız. Bu nedenle, sunağın önünde bütün içtenliğimizle otursak bile, kabul etmeliyiz ki çabucak kurtulup iyileşemeyeceğiz. Tao’nun yolcuları arzulardan arınmanın yolunu bilir, kişisel kusurlarını kabul eder ve zihnin dışsal tatmin için duyduğu kendi açlığını sabırla ortadan kaldırmak için çalışırlar.
228. Gün ” DERİNLİK ” – 15.08.2016
Sabah ışığı meditasyon yapan güreşçiyi aydınlatır.
Zihninde, tahtadan bir tapınak bile su ile sürüklenip gider.
Kim bir okyanusun derinlikleriyle boy ölçüşebilir ki ?
Bir zamanlar, gösterişli boyuna posuna rağmen, karşılaşmaların çoğunu kaybetmiş bir güreşçi varmış. Bir sürü çalıştırıcıya akıl danışmış, ama hiçbiri de ona nasıl kazanacağını gösterememiş. Gücü de yeteneği de yerindeymiş, ama konsantrasyon ve özgüveni eksikmiş.
En sonuna, bir meditasyon ustasına gitmiş, usta ona yardım etmeyi kabul etmiş. “Senin adın ‘Engin Okyanus’ anlamına geliyor” diye gözlemlemiş usta. “O halde sana uygulaman için bu meditasyonu vereceğim.”
Gece olduğunda, güreşçi tek başına tapınakta oturmuş ve önce kendini dalgalar gibi canlandırmış gözünde. Gitgide bu dalgalar büyümüş. Kısa sürede bir sel haline gelmişler. Sonra sel etrafı suya boğmuş ve en sonunda da denizin dibindeki yer sarsıntısından dev bir dalga oluşmuş. Zihninde, gözlerinin önündeki her şey sel sularında sürüklenip gitmiş: Sunaktaki tanrılar ve tapınağın keresteleri bile bu taşkın içinde yutulmuş.
Şafak vaktine yakın, sular engin ve sonsuz bir deniz halinde durulmuş. O sabah, usta, güreşçinin ne kadar yol aldığına bakmak için gelmiş ve memnun kalmış. Artık güreşçinin hiç kaybetmeyeceğini biliyormuş.
Yaşamı ne kadar derinlikte karşılayacağımız yalnızca karakterimizin derinliğine bağlıdır. Ya karakterimize her gün yeni bir şeyler katarız, ya da enerjimizi dikkatimizi dağıtan şeylere israf ederek boşa harcarız. Her gün karakterlerine birikim toplayanlar, kolayca karşı konulamaz bir derinlik kazanırlar.
227. Gün ” TUTARLILIK ” – 14.08.2016
Gereğinden fazla zahmet olmadan da,
Kişi ana yolda kalabilir.
Ama insanlar dikkatlerinin dağıtılmasını severler,
Ve doğru bakış açısı zordur.
İnsanlar sürekli olarak Tao’nun yolundan yürümek istediklerini dile getirirler. Derler ki tüm istedikleri farkındalığa ulaşmaktır. Ama bu doğru değil. Eğer olsaydı, basitçe kendi yollarını yürürler ve hemen aydınlanmaya ulaşırlardı.
Ani farkındalık çok sık gerçekleşmez, çünkü insanların dikkati dağılır. Tao’nun yolundan, en büyük tutarlılık ve istikrarla yürümek her kişiye nail olmaz. Hatta herkes aniden gelen farkındalık istemez. Aydınlanma geldiğinde, dünya tamamen önemsiz kalır. Bazılarımız hala keşfetmek, dahil olmak ve hoşça vakit geçirmek isteriz. Oyunlar ve entrikalar yaratmadığınız sürece bunda bir sorun yoktur. Nihai tahlilde, biraz yan yola girmekte hiçbir sakınca yok, ancak kişi çok fazla zaman ve zemin kaybetmeden ana yola geri dönmekte ihtiyatlı olmalı.
İşte bu yüzden sağlam bir bakış açısı bilgeliğin kökenindedir. Tao’nun yolcuları amaçlarından uzaklaşıyormuş gibi görünebilirler, ancak böyle bir yolcu ne zaman ana yola geri dönmesi gerektiğini bilir.
226. Gün ” TEKRAR ” – 13.08.2016
Tesbih tanelerim ömür ipime dizilmiş.
Tek bir tesbih tanesini bile atlamaya iznim yok:
Bazen o tane bir tohumdur. Veya bir kemik.
Ya da bir yeşim taşı. Veya kurumuş kan. Ya da er suyu. Veya bir kristal.
Ya da çürümüş tahta. Veya bir bilgeden yadigar. Ya da altın.
Veya cam. Ya da bir prizma. Veya demir. Ya da çamur.
Veya bir göz. Ya da bir yumurta. Veya gübre. Ya da bir top.
Veya bir taş. Ya da bir şeftali. Veya bir baloncuk.
Ya da bir mermi. Veya saf ışık.
Sıradaki tane ne olursa olsun, onu saymalıyım,
Günlük öz disiplinimi yerine getirmeliyim.
Tekrar. Tekrar. Tekrar.
Ta ki tekrarlama dayanıklılık haline gelinceye kadar.
İnsanlar tekrarların gücünü pek nadiren anlarlar. Üst üste defalarca tekrarlanan dayanıklı hale gelebilir; bir anlığına yapılan ise nadiren kalıcıdır. Eğer çiftçiler her gün tarlalarını sürmezlerse hasat bekleyemezler. Aynı şey ruhsal uygulamalar için de geçerlidir. Ne büyük bir beyan, ne de renkli bir inisiyasyon bir anlam ifade etmez. Günlük yaşam biçimine dönüşmüş sürekli bir ruhsal yaşamdır anlamı olan. İlerlememiz bazen donuk bazen göz kamaştırıcıdır, ancak her ikisini de kabul etmeliyiz. Her bir geçen gün, uzun bir tesbihin taneleri gibi uç uca birbirine bağlanmalıdır.
Yaşamda, şimdiye kadar kaç tane tesbih tanesi saydığınızı bilemezsiniz ve şimdiden sonra ne kadar kaldığını da bilemezsiniz. Önemli olan tek şey, size şimdi gelen tesbih tanesini parmaklarınızdan geçirmek ve bu anın ruhsal anlamını kalbinize almaktır.
225. Gün ” ÖNYARGI ” – 12.08.2016
Hiçbir anne çocuğunun çirkin olduğunu düşünmez.
Hiç kimse kendisine kayıtsız değildir.
Hepimiz de önyargıyı biliriz. Birçok şekilde gösterir kendini: milliyetçilik, şovenizm, taşralılık ve ırkçılık gibi. Pek çoğumuz şüphesiz bu önyargılardan şiddetle şikayet ederiz. Önyargı olduğu sürece, ilan ederiz ki, birbirimizi dürüstçe tanımamız asla mümkün olmayacaktır.
Ne var ki, aynı şekilde, bizi kendimizi bilmekten alıkoyan da bir çeşit önyargıdır. Eğer biraz düşünürsek, bizim en tercih ettiğimiz kişi yine kendimizizdir. Bütün bedensel ihtiyaçlarımızı, duygusal isteklerimizi, entellektüel meraklarımızı ve şehvet dolu tutkularımızı karşılarız. Hastalandığımızda ya da mağdur olduğumuzda, hiç kimse acımızı bizden daha fazla bilemez veya bizden daha yüksek sesle feryat edemez. Tatmin olduğumuzda, hiç kimse daha büyük bir doyumla sevinç duyamaz. Ölümün kıyısına geldiğimizde, hiç kimse bizden daha hararetle tutunamaz.
Nefsimizin kölesi olduğumuz sürece, ruhsallığa dikkat veremeyiz. Rahatlığı çabaya üstün tuttuğumuz sürece, ruhsal bir arayış için asla yüreklilik gösteremeyiz. Entellektüel düşünceleri deneyimlerin üzerinde tuttuğumuz sürece, asla Tao’nun hakiki bir algısına sahip olamayız. Evrenin geri kalanından ayrı bireysel varlıklar olduğumuz konusunda ısrarcı olduğumuz sürece, asla birliği fark edemeyiz.
Hiçbir anne çocuğunun çirkin olduğunu düşünmez, çünkü o çocuğu kendisi yaratmıştır. Aynı şekilde, kaçınılmaz olarak bizler de kendimizi ayrımsarız: Kendimizi yaratırız. Eğer günün birinde ruhsal farkındalığa erişebilirsek, bu önyargıyla yüzleşip çözmemiz gerekir.
224. Gün ” KAYITSIZLIK ” – 11.08.2016
Gerçek bir usta için
Tahtta oturmakla
Çamurda oturmak arasında
Bir fark yoktur.
Gerçek bir usta toplumun işleyişine karşı kayıtsızdır. Hırs, bilgi ve din, hepsi eşit şekilde yavan gelir. Neden mi? Çünkü bütün bunlar insana ait tanımların krallığındadır.
Kutsal kişi tüm kimlikleri aşar. Bu nedenle, zenginlik ve yoksulluk, iyi ve kötü, şiddet ve barış arasında hiçbir fark yoktur. İkili karşıtlıklar böyle birisini için geçerli değildir.
Buna inanmak güç mü geliyor? Bunu kabul etmeyi ne oranda zor buluyorsanız dualite tarafından o kadar prangalandığınızın işaretidir. Gerçek aydınlanma, tüm gerçekliğin birliğinin anlaşılmasından gelir. Böyle bir farkındalık tüm şeylerin gerçekten eşit olduğu algısına götürür. Bir usta için beslenme ve hastalık aynıdır, yaşam ve ölüm aynıdır, etik ve ahlaksızlık aynıdır. Eğer ustalara yiyecek verirseniz, yerler. Eğer yiyecekleri yoksa, böyle bir etkinlik olduğunu dahi unuturlar. Yaşamlarında zıtlıklara yer yoktur.
Biz sıradan insanlar bunu yapamayız. Bizler ayrım yapar, kendimizi ve alanımızı savunuruz. Yalnızca bilinen sınırlar içinde güvende hissederiz. Bu bizim kendimizi tanımlama yolumuzdur, ancak kendi kimliklerimiz aynı zamanda bizim hapishanelerimizdir. Sadece bir usta bilir azad olmanın anlamını ve o tamamen özgürdür.
223. Gün ” ŞARLATANLAR ” – 10.08.2016
Bir tahtta oturuyor, kendini beğenmiş bir güvenle.
Teni parlak altın rengi, gözleri sürüngenlerinki gibi soğuk.
Dudakları bal ile sıvanmış, dili iktidar kırmızısı.
Yoldaşlarına yasakları düzenlemeleri için öğüt verir.
“Hissettiğiniz her şey Tao’dur, kendinizi ona kaptırmalısınız.”
Onlar da bağırır, hıçkırıklara boğulur ve delice dans ederler.
“Evet! Evet!” diye onaylar. “Yaptığınız her şey Tao’dur!”
Bugünlerde ruhsallık alanında çok fazla şarlatan var. Eğer kendini usta ilan etmiş böyle kişilerle karşılaşırsanız ihtiyatlı olmalısınız. Size sundukları yol kolay görünüyorsa, büyük ihtimalle yanlıştır. Neden ruhsallık diğer çalışmalardan farklı olsun ki? Kolayca bale yapabilir misiniz? İşinizi çabuk mu öğrendiniz? Okuldan mezun olmak kolay mıydı? Her şey bir çaba gerektirir.
Ruhsallığın sadece bir ustanın mevcudiyeti yanında oturarak elde edilebilceği akla yatkın değildir. Yine de insanlar bu mantığa kurban olmaya devam ederler. Büyük toplantılarda, hafif bir histeri krizi ve sürü zihniyeti zekice istismar edilir. Bir öğretmen size yaptığınız her şeyin kutsal olduğunu söyleyecektir. Her ne denirse densin, öğretmen size Tao’yu vermeyi iddia edemez.
Tao yalnızca kendi benliğinizce bulunabilir. Ustaları bulmak zor ve yolu takip etmek için tek başına disiplinli olmak gerekiyor. Günlük çalışma gerektiriyor, onu bir mitingde nasıl elde edebilirsiniz ki? Müsamaha Tao değildir. Gerçek Tao’ya güç ve anlayış olmadan ulaşılamaz.
222. Gün ” OLMAK ” – 09.08.2016
Tao içimizde; Tao bizi sarıp sarmalıyor.
Bir kısmı belki algılanabilir,
Ve buna tezahür denilir.
Diğer bir yanı ise görülemez,
Ve buna boşluk adı verilir.
Tao’yla birlikte olmak uyumdur.
Tao’dan ayrı düşmek ise felaket.
Tao’yla hareket etmek için, gözlemle ve takip et.
Tao’yu bilmek için, dinginleş ve içine bak.
Tao içimizde; biz Tao’yuz. Tao aynı zamanda dışımızda; o bilinen tüm evren. Kendimize ve evrene ait bütün bilebildiklerimiz Tao’nun tümünü açıklayamaz. Bildiğimiz sadece Tao’nun bir dış tezahürü.
Nihai olan Tao, mutlak olarak adlandırılır. Onu doğrudan bilemeyiz çünkü tanımı, referansı veya ismi yoktur. Bizim olağan zihnimizin karşıtlarının olmadığı yeri kavraması imkansızdır. Yine de işte bu renksiz sonsuzluk bu yaşama dair altta yatan gerçektir.
Onu anlayabilmenin tek yolu ondan ayrı olduğumuz algısını ortadan kaldırmaktır. Özde, gizemin kendisine dalmalıyız. Ancak o zaman sükunet ve barışı bilebiliriz.
221. Gün ” İKİLİK OLMAYAN ” – 08.08.2016
Sadece eylem olarak
Tefekküre dalma.
Boşluğu tefekkür eden boşluk ol.
Kişi var olmanın nihai doğasının boşluk olduğunu bir kere anladığında, meditasyonun tek gerçek halinin boşluk olmak olduğunu anlar. Burada boşluğun meditasyon nesnesi olmadığını fark edin- meditasyon yapan ile nesnesini birbirinden ayırmak, benlik ile çevresi arasında ikili yapıda bir ilişki yaratır, bu da kişiyi yoldan uzaklaştırır.
Meditasyonda birliği ararız. Bütün sıkıntılarımızın kaynağı olan, olağan ikilik yaratan durumlardan bizi çıkaracak bir hale ihtiyacımız var. Bu nedenle, tek gerçek meditasyon bizi gözlemci ve nesnesi ilişkisine sokmayandır. Herhangi bir nesne, ne kadar kutsal olursa olsun, hala kendimizin dışında bir gerçeklik olduğu yanılsamasını pekiştirir. Bizim elde etmeye çalıştığımız ise gerçek bir içsel görüştür:
İç ve dış gerçekliklerimiz arasında hiçbir fark yok.
Gerçek meditasyon, ayrımların olmadığının farkına varmaktır, kimlik algımız ikilik yaratan bağımlılığın bir sonucudur. Bununla birlikte, idrak etmeliyiz ki gerçekten de tefekkür edecek hiçbir şey yok, düşünecek hiçbir şey yok.
220. Gün ” EŞİK ” – 07.08.2016
Neden koza için yas tutmalı
Kelebek olup uçtuktan sonra?
Ölüm yaşamın doğa yasalarından biri, yine de ondan korkarız. Toy bir şekilde onun varlığını inkar eder ya da dikkate almaktan kaçınırız. Yaşamda, ancak birkaç şey gerçek referans noktası olarak hizmet edebilecek kadar istikrarlıdır, ölüm bu birkaç teyitten biridir.
Ölüm bir son değildir. Dönüşümdür. Ölen sadece, zaten başlamak için yanlış olan, bizim kimlik duygumuzdur. Ölüm bu yaşamın eşiğidir. Ötesi başka bir şeydir, bir tür gizem. Emin olabileceğimiz tek şey, yalnızca bu yaşama benzemez olduğudur.
Gelin hiç kimsenin net bir şekilde ölümü bilmediğini kabul etmek konusunda dürüst olalım. En yakınına gelebileceğimiz durum, farz edilen ölüme yakın deneyimleridir, ki zaten tanımı ile de söylendiği gibi, ölümün kendisi olamaz. Alternatif olarak, ölmüş olan diğer kişileri inceleyebiliriz. Bir cesede bakabiliriz. Bunu yaptığımızda, bedeni canlandıran her ne idiyse ya da her kim idiyse artık yürürlükte olmadığını görürürüz. Bu beden bizim ölü arkadaşımız mı? Hayır. Bildiğimiz insan olan her ne idiyse o gitti. Tabuttaki cansız kabuğa yas tutmanın ne anlamı var?
Ölüm yaşamın sınırlarını belirler. Bu sınırlar dahilinde, kişinin kararlarını dayandıracağı bir yapı vardır. Ne zaman ki kişi yaşamının tamamlandığına hüküm verir, o zaman ölümden, bu varlığından bir çıkış kapısı olarak kullanacağı şekilde faydalanır.
Çevirmenin notu: Yaşamlarımızda tamamlanmış ve artık bize hizmet etmeyen her şeyi, kimlik tanımlarımızı, alışkanlıklarımızı, düşünce biçimlerimizi, davranışsal tutumlarımızı, ilişki biçimlerimizi, kalıplarımızı, öğretilmiş yargıları henüz bu yaşamdayken kozadan çıkan kelebek gibi geride bırakmak “ölmeden ölmek”tir…ve yeniden doğmaktır.
İçinde ebedi “eksik olANı” hisseden ve “yalancı memeler” ile tatmin olmayan, yersel sınırlar içinde dar’alan ruhuna temas eden her insan, Yeni Benliğini keşfetmek ister… Kendi doğumunu gerçekleştirme sürecinin büyük gizemini yaşamak, bu tecrübeyi yapmak, ÖZ-gebeliğin beraberinde gelen dönüşüm acılarını katlanır ve anlamlı kılar.
Geçmişiyle barışçıl bir ayrılış ve hazırlanma sürecinde kattıklarına teşekkür ederek….Yeni insana kanatlarını açar…
219. Gün ” Kendine hakimiyet ” – 06.08.2016
Öldürmek zorunda kalsalar
Ya da öldürülmenin acısını yaşasalar bile,
Kendine hakim birisi tarafsız kalabilir.
Hiçbir şey asla yok edilemez,
Hiçbir şey asla yaratılamaz.
Her şey sonsuzluktur.
Çoğu insan için, öldürme nefret ve tiksinti uyandırır. Eğer öldürmek zorunda kalsalar, dehşete kapılırlar ve duyguları kontrol edilemez. Aynı şekilde, eğer ölümle tehdit edilseler, korkuya kapılırlar ve hayatta kalmak için mücadele ederler.
Her iki durum da, bildiğimiz şeye ve varlığımızı nasıl sürdürmek istediğimize, aşırı bağlanma içerir. Bu iki durum, temelde sınırlı bir dünya görüşünü işaret eder. Biz gerçekten de birini yok ettiğimizi varsayarız. Ancak, beden katledilse bile, ruh katledilemez. Her ruh sonsuzun, kozmik ruhun bir parçasıdır.
Dünyadan sayısız ruhu eksiltebilirsiniz, yine de ruhların sayısı azalmayacaktır. Sonsuz ruh doğabilir, yine ruhların sayısı artmayacaktır. Hiçbir şey gerçekten yok edilemez ve hiçbir şey gerçekten doğamaz. Sadece görünüş değişir.
Bu nedenle, kendine hakim, dingin, soğukkanlı insanlar dünyanın değişimlerini sakinlikle ve sükunetle seyrederler. Olayların farklı değişimleri ile hemen telaşa kapılmazlar. Bilirler ki, bütün bunlar sadece tanımlanamaz, sınırsız ve sonsuz bir gerçeğin dış tezahüratlarıdır
218. Gün ” Mülkiyet ” – 05.08.2016
Küçük bir oğlan
Yüz ördeği göle sürer
Püsküllü bir sopayla:
Heyecanlı beyaz bir kitle.
Küçük bir oğlan çocuğu, ince uzun bir sopayla bütün bir ördek sürüsüne hakim olabilir. Ördekler çamurla oynamak için memnuniyetle göle seğirtir. Sonunda, tabii ki, birinin akşam yemeği olurlar.
Sopaya itaat ederler çünkü, koşullandırıldıkları şeye karşılık veriyorlardır. Gerçekte, itaat göstermeleri gerekmez. Birisinin akşam yemeği olmaları da gerekmez. Oğlana gelince, o görevini yapıyor, ama esasında ördeklerin sahibi değil. Onların üzerinde gücünü sınıyor, ördekler de buna karşılık veriyor, yine de her iki taraf da aralarındaki bağın geçici olduğunun farkında değil.
Bir şeyin mülkiyeti de, aynı şekilde, sadece yapay bir kurgudur. Eğer mülkiyetin yalnızca tanım olarak var olduğunu hatırlayabilirsek, o zaman sahiplenmekten, elimizdekini savunmaktan ve açgözlülükten vazgeçebiliriz.
Ne kadar paranız ya da toprağınızın olduğu ne fark eder? Aslında ona sahip olamazsınız.
Bedeninizin bile sahibi değilsiniz. Tam anlamıyla sahip olmak tam bir kontrol demektir. Böyle yapabildiğinizde yaşlanmazsınız. İstediğiniz kadar güzelleştirebilirsiniz. Asla kazalara maruz kalmazsınız.
Gerçekte hepimiz yaşlanan, çürüyen, hastalanan ve küçücük kazalarla tahrip edilebilen bir vücudun içinde hapsolmuş durumdayız. Bedeninize sahip değilsiniz. Ödünç alınmış bir kabukta yaşıyorsunuz. Neden bedenin ötesindeki gerçek aranmasın ki?
217. Gün ” Kaçış ” 04.08.2016
Ona işe yaramaz dediler,
Bir yandan da başarması için zorladılar.
“Bir bebek istiyorum.”
Kendi aralarında ağız dalaşı yaptılar,
Ve onu uzak olmakla kınadılar.
“Arkadaşlarım çok eğleniyor.”
Tek bildikleri paraydı,
Ona bağlılık yemini ettirdiler.
“Her gün buna dayanamıyorum.”
O masumdu.
Onların hırsları vardı.
Hem iyi bir öğrenci hem de iyi bir atlet olan bir kız varmış. Ailesi bunları yeterli bulmamış. Bütün zamanını ders çalışmaya ayrıması veya bir sonraki yarışmaya hazırlanması için zorlamışlar. En sonunda, kız artık dayanamamış. Kaçmış.
Ailesi ise son derece emin bir şekilde bunun bir kaçırılma olayı olduğuna inanmış.
Birçok ailede kızlara ne kadar işe yaramaz oldukları söylenir. Gidip hamile kalmalarına neden şaşmalı? Erkek çocuklara da ne kadar tembel oldukları söylenir. Bir bireysellik hareketi olarak isyan etmelerine neden şaşmalı?
Ebeveynler çocuklarını anlamadan onlardan çok şey beklerlerse, gelişimi engellemiş olurlar. Ana-baba hırslarını tatmin etmek için çocukları zorlamak bireyselliği yok eder. Ebeveynler çocuklarını suçlamadan önce, kızlarını ve oğullarını nasıl yetiştirdiklerine bakmalıdırlar.
216.gün ” ŞİİR ” 03.08.2016
Her şey şiire konu olabilir:
Boks malzemesi kataloğu, başka şiirlerden derleme,
Yılan gibi kıvrılarak yükselen tütsü, kabarık geyik kürkü,
Eski sivri burunlu ayak parmakları içe kıvrık ayakkabılar,
Şehrin camsı ve çelikten manzarası, bir azizin badem gözleri,
Minik çiçeklerin ağlayışı,
Bembeyez duvarlardaki güneş ışığı, kambur kadınların mavi gölgesi
Yaylı fare kapanı, oluktan damla damla akan kan,
Eve dönene bir martının saldırgan uçuşu, ayazda tepeleri karla kaplı
kumsal, okaliptüsün kokusu.
Kesilmiş yeşil otlar, verimli toprağın keseği.
Her şey şiire konu olabilir.
…
Uykuda bir şiir yaz.
Uyandığında bir şiir yaz.
Sevişirken bir şiir yaz.
Oy verirken bile şiir yaz.
Kızdığında bir şiir yaz.
Düş görürken bir şiir yaz.
Bilgeler ciddiyetle, Tao’yu bilmek isteyenlerin içlerindeki şairi geliştirmeleri gerektiğini söyler.
215.gün ” GERİLEME ” 02.08.2016
Sis gri rengin ürpertisiyle kaplamış gökleri,
Geceler daha erken geliyor.
Herkes düşüşü bilir,
Ama çok azı fark eder sınırlarını.
Mevsimlerden yaz ve daha önümüzde nice sıcak günler olmasına rağmen, doğadaki enerjinin yavaş yavaş inişe geçmeye başladığını hissetmek mümkün. Neredeyse fark edilmez biçimde, ağaç dallarındaki meyveler olgunlaşıyor ve geceler tekrar uzuyor. Sonbahardan konuşmak için henüz erken, ama yine de bir sonraki mevsim yolda.
Düşen enerjilere insan niçin kendini önceden hazırlamaz? Hepimiz bunun geçerli bir fenomen olduğunu biliyoruz -biliyoruz imparatorlukların çöküşünü, kahramanların yaşlandığını, kimi zamanlar bazı yeteneklerimizin azaldığını- ama nedense yaklaştığını her zaman fark edemiyoruz. Genellikle gerileme döneminde olduğumuzu çok geç anlıyoruz ve hazırlıksız oluyoruz. Değişimin başladığı o kısa anı fark etmek için bilge kişi olmak gerekir.
Yaz tek bir günde gözden kaybolmaz. Davranışlarımız zamanla uyum içinde olmalı. Nasıl ki yaz adım adım sona erer, davranışlarımız da değişimin adımlarıyla orantılı olmalıdır. Düşüş yaklaşıyor olsa bile, olayların ne kadar hızda ve yavaşlıkta gerçekleştiğini ölçebilmeliyiz. Eğer çok aceleciysek -tıpkı daha ilk esintide kışlık giysilerini üzerine geçiren biri gibi- fazla tepki vermiş oluruz. Gerilemeyi doğal ve kaçınılmaz bir süreç olarak kabul etmek önemlidir. Bu nedenle, buna bağlı herhangi bir duygusal değer olmamalıdır. O sadece olur, hepsi bu.
Decline : Gerileme, düşüş, iniş, azalma, aşağıya meyletme…
Çevirmenin notu: Evrende her şey döngüsel enerjilerle değişim içinde varoluşunu ve evrimini sürdürür… inişler, çıkışlar…siklussallık yasası… İşe yaramayan şeylerin çöküşü, düşüşü, bırakılması aynı zamanda yeniden yapılanmanın başlangıcıdır, yeniye yer açmak içindir.
214.gün ” BEREKET ” 01.08.2016
Güneş gökte.
Bereket büyük ölçekte.
En yüce başarı
Geçiciliğin ortasında.
Yazın gün ortası güneşi en sıcak ve en parlak olandır. Zirveyi, tatmini ve büyük bir aydınlık dönemini sembolize eder. İnsanların işlerinde, zeka, yetenek dolu parlak sonuçlar veren, güç ve netliğin birleşiminin yerine geçer. Zaman uyumlu ve uzlaşmacı olduğunda, berekete karşı konulamaz.
Bereket dönemi sağlıklı ve güçlü bir hareket zamanıdır. Parlak ışık, yalnızca iyi olanı değil kötü olanı da aydınlatır. Bu nedenle, kötülük ortaya çıktığında, bütün iyi insanlar karşı durmalıdır. Kökününden söküp atmalı ve enerjik bir şekilde iyi olanı teşvik etmeli.
Bolluk ve bereket kutlama için bir sebeptir, ancak Tao’nun yolcuları yine de temkinli olmayı hatırlarlar. Hiçbir zirve sonsuza kadar korunamaz. Gerçekte, bereket zamanı kaçınılamaz bir düşüş yolunun hemen önünde oluşur. Hayatta hiçbir şey kalıcı değildir. Bu yüzden, bilge kişi bereket ile sevinç duyar ve onun keyfini çıkarır. Ancak, zamanın avantajından faydalandığı bu esnada, takip edecek olan için de hazırlanır.
213.gün ” GÖÇMEN ” 31.07 2016
Sihir işe yaramaz bu yeni topraklarda.
Doğduğun ülkenin şiirleri ahenk ve kafiyelerini kaybetmiş,
Alıştığın yemek tuhaf diye etiketlenmiş,
Düşmanca bakışlar ailesel sevginin yerine geçmiş.
Göçmen olmak
Milyonların ortasında tek başına olmak demektir.
Göçmenler kendi ülkelerinden uzağa birçok sebepten dolayı seyahat ederler, ama genel olarak, daha iyi bir yaşam beklentisi içindedirler. Bunun için, belirsizliği, sömürüyü, ayrımcılığı, yabancı düşmanlığını, yoksulluğu ve bazen aileden ayrılmayı göze alırlar. Ayakta kalabilenler çektikleri acılar boyunca içsel bir kararlılık ve dayanıklılık geliştirirler.
Ruhsallığın korunması da diğer herhangi bir şey kadar kaygı meselesidir. Ruhsallık, en üst mertebeleri dışında, kesin bir kültürel bağlama sahiptir. (Yer, kültür ve zamandan güç alan bir ruhsallık vardır -bu yüzdendir ki çoğu tip sihir ana yurt toprakları dışında işe yaramayacaktır; insanın kendi içinde taşıdığı ruhsallık vardır; bir de çok ender bir ruhsallık vardır ki tüm zaman ve yerlerin ötesine geçer.) Göçmenler ya kendi yerel inançlarını korumaya çalışır ya da evsahibi ülkenin değerlerini benimserler. İlkini gerçekleştirmek zordur: Kendi yerel inançlarıyla bağdaşmayan bir kültürdedirler ve kendi ruhsallıklarını ancak bu zaten önceden çok güçlü bir şekilde yerleşmişse koruyabilirler.
İkinci durumda, göçmenlerin evsahibi ülkenin ruhsallığını benimsemelerinde, yepyeni bir sistem öğrenmek zorundadırlar. Her ikisinde de, göçmenler iki kültürün arasındaki çatışmanın ortaya çıkaracağı olumsuzluklar ve sıkıntılarla başetmek zorundadırlar, ta ki kültürel referansların anlamsız olduğu ve ötesinde bir ruhsal mertebeye ulaşıncaya kadar.
212.gün “FORM” 30.07.2016
Başlangıçta, form gereklidir.
Sonra şüphe ve kısıtlama giderilmelidir.
Sonunda, form neşeyle kutlanır,
Ve ifade formsuz hale dönüşür.
Çaba gösterilen her alanda, buna ruhsallık da dahil, kişi belli başlı yapı, süreç ve formları izlemelidir. Usta kişilerin çabasız gibi gözüken hünerlerine hayranlık duysa da, kişinin böylesi bir seviyeye ulaşması için biraz zaman gereklidir.
Örneğin, dansı ele alalım. Acemi öğrenci temel bilgileri sürekli olarak talim etmek zorundadır, her hareketi ve her adımı titizlikle birbirinden ayırmalıdır. Yapı üzerinde yoğunlaşmak başlangıçtaki kişiyi kısıtlayabilir, ama gereklidir. Zaman içinde, dansçı serbest bırakmayı öğrenecektir. Adımları hareketin doğal bir parçası olmaya başlayacaktır. O zaman dans neşeyle kutlanabilir. Şimdi tecrübeli olan dansçımız öylesine doğal ve kendiliğinden, öylesine büyüleyici dans eder ki, bu formsuz gibi gözükecektir -ya da daha kesin bir tanımla, form, akıcılık, zarafet, özgünlük ve güzellikte ortaya çıkar.
Aynı şey ruhsallık için de geçerlidir. Başlangıçta, bütün kısıtlamalar ve uygulamalar oldukça bunaltıcı gözükür. Zaman içinde, öyle bir mertebeye ulaşırsınız ki, meditasyon doğal olarak akar. Her gün, yeni, taze ve muhteşem içgörülerle doludur. Dünyanın güzelliği kendini olduğu gibi gösterir, şüpheler silinir gider ve sıradan yaşamın bayağılığı ruhun görkem ve huşusu ile yer değiştirir. İşte bu gerçekten formsuzluktur.
“Zihnini boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Şimdi, suyu bir bardağa doldurursan, su bardak olur. Onu çay demliğine doldur, o zaman su çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da parçalanır. Su gibi ol dostum.”
“Empty your mind, be formless, shapeless – like water. Now you put water into a cup, it becomes the cup, you put water into a bottle, it becomes the bottle, you put it in a teapot, it becomes the teapot. Now water can flow or it can crash. Be water, my friend.” Bruce Lee
211.gün “MUTLAK” 29.07.2016
Diyorlar ki “Tanrı sensin.”
Zaten herkes öyle.
Diyorlar ki “Her şey tanrı.”
O zaman bütün bu farklılıklar niye?
Diyorlar ki “Her şey bir yanılsama.”
Peki tanrı da buna dahil mi?
Tao’nun yolcuları Tanrı’nın dünyayı yarattığına dair hiç bir kanıt olmadığını iddia ederler. Herhangi bir deneysel kanıt bulunamamıştır ve felsefi olarak bu fikri kabul edemezler. Tanrının mutlak olması gerektiğini muhakeme ederler ve bu da birlik, kudret, her şeyi bilme, her yerde mevcudiyet demektir. Doğal olarak, ayrı ve farklı olan bir şey bu kriterleri tatminkar bir şekilde karşılayamaz. Eğer bir tanrı ve bu tanrının yarattığı bir dünya varsa, bu durumda iki şey olurdu ve bu durumda da tanrı mutlak olarak kabul edilemezdi. Eğer mutlak bir Tanrı varsa, o zaman da bu Tanrıdan ayrı herhangi bir şey olamaz.
Her şey tanrıdır. Biz de tanrıyız, anlamayı başaramasak da… Neden mi? Çünkü tanrıyı kendi dışımızda arıyoruz. Kendimizi işin içine sadece bir gözlemci olarak katma gibi bir hataya düşüyoruz ve sonra da Tanrıyı incelemelerimizin bir öznesi olarak arıyoruz. Ne yazık ki, algıladığımız her şey öznelliğimizle lekelenmiş durumda ve “dışarıda” tanrı olarak tanımladığımız şeyler mutlak olmadığı için tanrı olamaz. Bulduğunuz tek şey kendi algılamalarınızla bağlantılı olarak var olan bir şeydir.
Siz tanrısınız. Bunu doğrulamanın tek yolu da, varlıksal olarak her şeyle birlik içinde olduğunuzu fark etmenizi önleyen öznellik engelini ortadan kaldırmaktır.
210.gün ” VARYASYON ” 28.07.2016
Hepimiz başarı için yanıp tutuşuruz. Sadece para, prestij veya güç için başarı değil -bir şeylerin iş görmesini sağlayan basit başarı için de. Diyelim ki bahçeyle uğraşmak gibi bir hobiniz var, çiçeklerinizin onlara gösterdiğiniz özene karşılık verip büyümesini seversiniz. Eğer öğrenciyseniz, derslerinizde başarılı olmak istersiniz. Bir bilim adamı iseniz, deneylerinizden sonuç elde etmeyi beklersiniz. Hepimiz başarılı olmak isteriz.
Ancak, bir kez işe yarayan bir şeyi yakaladığınızda, kendi sınırlarınızın ötesine geçmek büyük cesaret ister. Bu özellikle sanat, müzik, yazarlık gibi yaratıcı alanlarda daha çok göze çarpar. Sizi takdir eden bir izleyici kitlesine ulaşmak güçtür; ve işe yarayan bir şeyi tutturduğunuzda, onu bırakmak güçtür ve sürekli aynı şeyi yapmayı sürdürürsünüz, tıpkı sürekli aynı akoru kullanarak çalan müzisyenler gibi.
Ama hangi alanda çalışırsanız çalışın, bunu yapmamalısınız. Aynı suyla iki kere yıkanmayın. Maddi olarak belki başarılı olamayabilirsiniz, ancak çok daha yüksek ve geniş bir seviyede başarılı olabilirsiniz.
Ruhsallık yaratıcılıktır. Yalnızca yaratıcı olduğunuzda Tao’nun yolundan gitme gücünü kendinizde bulabilirsiniz. Yalnızca yaratıcılıkla, kişiliğinizi yeniden biçimlendirip ruhsal bir araca dönüştürebilirsiniz. Yalnızca çok geniş varyasyonlar ile sürekli değişimler içinde akan Tao’nun izinden gidebilirsiniz. Bu nedenle, Tao’yu izlerken, yöntem ve dogmalara takılıp kalma. Kendiliğinden olanla akışta ol, doğal ol.
Çevirmenin notu : Başarılı bir hedefi tutturduğunuzda, ona tutulmayın, bağlanmayın, yaratıcılığınızın durmasına izin vermeyin. Ruhsal başarı, -aynı konu üzerinde bile olsa- yaratıcılığınızı besleyen varyasyonlar kullanarak sizi sınırlarınızın ötesine geçirecek derinliklere açılmakta ve değişim ile uyum içinde akmakta saklıdır.
209.gün ” TUZAK ” 27.07.2016
Yaşı makyaj ile saklanmış,
Saçındaki aklar boya ile gizlenmiş,
Güvence başkalarında aranmış,
Farkındalık geleceğe ertelenmiş.
O, işinde zahmetle çalışır,
Baskıya ve yorgunluğa maruz kalır,
Sakinleştiricilerle yaşar,
Boş ümitlerini çocuklarına bağlar.
Birçok insan kendisinin bedbaht bir hayatın içinde kapana kısılmasına izin verir. Bunu gördüğümüz zaman, “Ne yazık” diye düşünebiliriz, ama gerçekte kendilerine bunu yapan yine kendileridir. Hepimiz yaşantımızın nasıl ve ne yönde gittiğini bilmeliyiz, bunun için sadece her gün karşımıza çıkan kararları takip etmek yeterli.
Ne yaptıklarının pek de bir önemi olmadığını düşünen insanlar vardır. Veya omuz silkip şartların kurbanı olduklarını söylerler. Bu mutsuz bir hayatı haklı göstermez. Hastalık, stres, boşanma, uyumsuz çocuklar ve ölüm korkusu bizi tuzağa düşürür.
Tao’nun yolcuları sonlarının bu şekilde olmasını istemezler. Özgür olmak isterler. Onlar kurban olmak istemezler. Bu nedenle, zor bir yol olsa da, yaşamlarının parametrelerini sürekli genişletmeyi amaçlarlar. Sömürülmek veya esir olmak için acı çekmezler ve mutlu olmak için “olağan” olarak tanımlanan şeylerden kaçınırlar.
208.gün ” ÖZ ” 26.07.2016
Bir resme hayran kalmışsan,
Boyasını inceleme.
Bir ressamla karşılaştığında,
Fırçasına bakma.
Yaşamı hücrelerin ve atom parçacıklarının mekanik işleyişinde aramak, boyasına bakarak bir resmi takdir etmeye çalışmaya benzer. Dar anlamda ilginç olabilir, ancak asıl mesele resmin bütünsel olarak aktardığı ana düşünceyi kavrayabilmektir.
Neden bir durumun yalnızca mekanik işleyişi ile ilgilenelim ki ? Bu, sanatçının dehasını kullandığı araçlarda aramaya benzer. Nihai resmin etkisinden sorumlu olan, kullanılan araçlar değil, o sonucu oluşturan sanatçının zihni, imgelemi ve yaratıcılık güçleri, yüksek idealardır.
Aynı şekilde, yaşamın doğası da sadece mekanik güçler arasındaki karşılıklı etkileşimle anlaşılamaz. Fizik, kimya, biyoloji, matematik, astronomi, astroloji, felsefe ve diğer bilimsel bakışların ötesindeki özü dikkate alarak idrak edilebilir. Çoğu zaman yaşamın detaylarından çabucak etkilenir ve bütünü idrak etmede başarılı olamayız.
Yaşam, insan tarafından gözlemci ve özne gibi gözlemlendiği sürece “Yaşamın Özü” asla bilinemeyecektir. Yaşamın mutlak temel doğası, ancak yaşamın akışı ile tamamen birleşildiğinde, onun tümüyle bir parçası olunduğunda idrak edilebilir.
207.gün ” EVRİM ” 25.07.2016
Kozmik bulutlardan organik moleküllere,
Sonsuzluğun orta yerinde milyonlarca yıl.
İlksel ve ezeli olandan hasıl olduk;
Ruhsallığımız evrimde geldi.
İnsanoğlunun, erken dönemlerdeki temel moleküllerden evrimleştiğine dair güçlü kanıtlar var. Bu moleküller yıldız ve gezegenlerin doğum sürecinde oluştu. Bu yıldız ve gezegenler sırasıyla, evrenin ilk devinimi ile oluştu. Evrenin ilk devinimi hiçlikten geldi. Yani, bizler evrimin kozmik bir dalgasının bir parçasıyız.
Bunu kozmik olandan insansal duruma indirgersek, zihinlerimiz kim olduğumuzun nihai bir ifadesini temsil ediyor. Daha da ötesinde, ruhsallık zihnin nihai ifadesi. Bu nedenle, biri diyebilir ki, ruhsallık bir inanç, zihinsel bir yapı ya da fikir değildir. Daha çok, o evrimin bir doğal gelişimi veya işlevi olarak düşünülebilir.
Eğer ruhsallık yaşamın bir işlevi, kozmik bir dalgalanmanın kenarı ise, o zaman nereye gidiyor? Bilmiyoruz. Evren gibi, hala bilinmeyen bir alana doğru genişliyor. Bizler onunla işbirliği yapmaya ve dalga ile akmaya karar verebiliriz veya ruhsallığımızı inkar eder ve insan olmanın temel anlamlarını da böylece inkar etmiş oluruz. Eğer insan olmanın tüm süreçi ve evrensel gereklilikleri ile bağlantılı olmayı seçersek, o zaman evrenin evriminde kendi payımızı gerçekten yerine getirmiş oluruz.
206.gün ” KÜÇÜMSEMEK ” 24.07.2016
Neden başkalarını küçümsüyorsun?
Mağrur ve kibirli olduğundan mı?
Ne kadar çok şey gerçekleştirmiş olursan ol,
Senden önde ve senden geride insanlar var.
Yoldaki tüm varlıklar,
Aynı varoluşun tüm kurbanları,
Tümü bir beden, zihin ve ruh içinde.
Hiç kimse bir diğerinden iyi değil.
Yok sayıldığın tüm zamanlar için, diğerlerine yardım et.
Küçümsendiğin tüm zamanlar için, diğerlerine iyi ol.
İnsanoğlunun yolculuğu cehaletten aydınlanmaya doğru bir yolculuktur. Ruhların sonsuzluğa bitmek tükenmez bir yürüyüşüdür. Eğer bu sonsuz ölçüde uzun kuyrukta bekleyen biriyseniz, nasıl konumunuzun bir diğerinden üstün olduğunu söyleyebilirsiniz? Bu kuyruğun ne bir başı ne de bir sonu varken, nerede durduğunuzun zaten bir önemi de yok. Bu nedenle, geride duran diğerlerini küçük görmek aptalca. Onlar şimdi bir zamanlar senin durduğun yerde duruyorlar. Gurur yerine, şefkatli ve merhametli olmalısın. Eğer böyle davranmayı hatırlayamazsan, o zaman sadece önündeki onlarca kişiyi düşün. Onların yerinde olmaya heves ediyorsun, gayretli bir şekilde çalışmalısın.
Evet, bu dünyada adaletsizlik var. Ama buna daha fazlasını eklemek gereksiz. Sizden daha talihsiz birini gördüğünüzde, şefkat gösterin. Sizden daha ilerlemiş birini gördüğünüzde, ondan öğrenmeye çalışın. Herhangi bir diğer duygu lüzumsuz ve gereksizdir.